YEŞİL IŞIK (2001)
Yönetmen: Faruk Aksoy, Senaryo:
Necef Uğurlu, Faruk Aksoy Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay, Müzik:
Süleyman Alıntemiz Yapım: UFPUnited Film Faruk Aksoy, Ayşe Germen,
Osman Türkay, Gürhan Berke Kurgu: Onur Tan, Hakan Akol, Yardımcı
Koordinatör: Gönül Gökalp, Servet Aksoy, Dolly Operatör: Hakan
Duyar, Sanat Yönetmeni Yrd.: Yasemin Kalaba, Ses Kayıt: Levent
İntepe, Miks Kayıt: Srdian Kurpiel, Görsel Efek: Nadir Bekar,
Cast Sorumlusu: Rezzan Çankır, (Fono Film Laboratuarlarında hazırlanmıştır)
Oyuncular: Hülya Avşar,
Kenan Işık, Haldun Dormen, Sema Atalay, İlker İnanoğlu, Serra Yılmaz, Olgun
Şimşek, Deniz Akkaya, Çolpan İllhan, Eşref Kolçak, Uğur Kıvılcım, İpek
Tenolcay, Ezel Akay, Cengiz Küçükayvaz, Güzide Duran, Yasemin Kozanoğlu, Ayumi
Takano, Doğa Bekleriz, Sinemis Candemir, Behzat Uygur, Süheyl Uygur, Güzide
Duran, Yasemin Kozanoğlu, Perin Karaali, Yiğit Özşener, Sedat Mert, Leyla
Kömürcü, Çiğdem Mizrahi, Ayten Uncuoğlu, Gökcan Gökmen, Neslihan Altınok, Ender
Tarhan, Perim Amaç, Murat kalaman, Ergül Coşkun, ramazan Akboğa, Arzu Pavlova,
İpek Düzgünkaya, Arda Kural
NOT:
“Yeşil Işık” Faruk Aksoy'un ilk uzun metrajlı sinema filmi çalışması.
ÖDÜL:
39.
Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde (2002)
►Sema
Atalay “en iyi yardımcı kadın oyuncu”
Işık, birazcık 'yeşil' ışık...
"Aslolan seyirci, gerisi hikâye..." Milliyet'teki söyleşisinde 'Yeşil Işık'ın yönetmeni Faruk Aksoy, önceden gardını alırcasına bu cümleyi sarf etmiş. Mesaj çok açık: "Eleştirmen, köşe yazarı, bilumum y tavsiye etmem, çünkü sizin için çekmedim." Haklı da, bu filmde en azından eleştirmen olarak işimiz yok. Peki 'seyirci' olarak?..
Tamam, her filmin Türk
sinemasını kurtarmak için yola çıktığı dönemler geride kaldı, popüler sinema
denen bir şeyin olduğu da hatırlandı; eh o halde seyir zevkimizi tatmin edin.
Eleştirmen ya da seyirci; fark etmez, her türlü kimlikle salonda yerimizi
almaya hazırız...
Hikâye
'özgün' değil...
Nitekim
aldık da. Ama önce küçük ama önemli görünen bir meselenin altını çizelim.
Filmin jeneriğinde 'özgün hikâye' diye bir ifade var ve karşılığında Necef
Uğurlu yazıyor. Film boyunca eni konu biraz sinemayla ilgilenenlerin aklına
'GhostHayalet' 'Heaven Can WaitCennet Bekleyebilir,' 'Arkadaşım Şeytan,'
'Nihavent Mucize,' City of AngelsMelekler Şehri' türü isimler geliyor. O zaman
şöyle küçük bir düzeltmeyle girelim: 'Özgün derleme': Necef Uğurlu... Derleme
ya da özgün; ne anlatıyor 'Yeşil Işık'? 11 Eylül'de Boeing'ler sadece ikiz
kulelere değil, paradan başka düşüncesi olmayan zengin orta yaşlı bir Türk
işadamının hayatına da dalıyor. Sonuç; borsada bilmem kaç milyon dolar kayıp ve
ardından kalp kriziyle hayata veda... Oysa adamcağızın vadesi bile dolmamış...
Çünkü öte dünyaya gitmeden önce son kontroldeki kayıtlarda öyle gözüküyor.
Yanında meleği, gerisin geriye yeryüzüne dönüyor. Eh, bu dönüşün bir gerekçesi
olmalı. Yoksa tekrar eski dengeleri, kirli ilişkileri yeniden yaşatmanın bir
anlamı yok. O anlam da bekleneceği üzere güzel bir kadın...
Aşk şakaya gelmez...
Neyse, uzatmayalım. Bu, klasik anlamda bir
aşk hikâyesi. Ama yönetmen Faruk Aksoy, kuru kuruya bir ilişkiyi anlatmak yerine
ortalığı şenlendireyim demiş... Bu da kabul, ama türler arasında slalom
yapmanın bir mantığı olmalı. Bir önceki sahnede annesinin ölümünden dolayı
yasta olan kadının, karşısındaki erkekten etkilenerek göbek atarcasına
neşelenmesi, bir ZAZ filminin kalıplarına sığar. Ama 'Yeşil Işık' komedi
sahnelerinde gösterdiği hınzırca bakışı ve hayatı ti'ye alan tavrını, iş aşka
gelince bırakıyor ve gereksiz bir ciddiyet takınıyor. Bunu, 'aşk ciddi bir
iştir' olarak mı algılayacağız? Tamam, kızmayın öyle algıladık; peki ortada aşk
var mı? Filmin kahramanları, aşk adına sevdiği şarkıcıya 400 şişe şampanya
gönderen ya da gül yaprağı boşaltan Televole güruhundan farklı ne yapıyor?
Bizce yaratıcılıkları bir adım ötede; gökyüzünü havai fişeğe boğuyorlar.
Televole dedik de; kadro mankenlerden
geçilmiyor ama merak etmeyin; Aksoy sistemin bilincinde bir tavırla hepsini
biriki dakikayı bile tutmayan sahnelerde kullanmış. Asıl yük üç ismin üzerinde.
Popüler kültürümüzün yegâne figürü Hülya Avşar'ı Türk sineması, 'Berlin in Berlin'
ve 'Benim Sinemalarım'da, yeteneklerini ortaya koyacak şekilde kullanmıştı.
Avşar 'Yeşil Işık'ta ise özel bir oyunculuk gösterisine soyunmadan, hayattaki
duruşuyla katılıyor filme (katı gerçekçilik mi demeli yoksa?). Kendisini
aldatan kocasını (kendince kimi gerekçelerle) affeden Avşar'la, Paris'ten
alınmış bir mücevher kolyeyle yaşanılanları unutmaya razı karakter arasında pek
bir fark yok. Kenan Işık'a gelince; meğerse ondaki keramet 'Kim 500 Milyar
İster?'in koltuğunda sabit durmasındaymış. Hareket edince, ne yazık ki
oyunculuk özelliği olmadığını anlamakta zorlanmıyoruz. Türk sineması belki yeni
bir Cihan Ünal arıyor ama doğru adres Kenan Işık değil... Üstelik (Batılı bir
ağızla söylersek) Hülya AvşarKenan Işık ikilisinin hiç de uygun kimyaları yok.
Filmi sürükleyen isimse Haldun Dormen. Ama onun yer aldığı sahneler de, başka
bir filme ait gibi. Üstelik sonlara doğru canlandırdığı melek karakteri de aşk
hakkında ahkâm kesmeye başlayınca her şey fazlasıyla sıkıcı bir hale
bürünüyor...
Yuppie'ler de sever... ,
Bu arada filmin, standartları
aşma yönündeki en önemli hamlesi olan 'öte dünya' bölümünün de Cem Yılmaz'ın
aynı konudaki esprilerinin yanında sönük kaldığını belirtmek zorundayız...
Sonuç? 'Yeşil Işık,' Türk sinemasının artık teknik açıdan şikâyet etmeye hakkı
olmadığını gösterir düzeyde bir film. Ama sanki Hollywood'vari bir problem
burada da yüzeye vuruyor. Teknik ilerledikçe içeriğe bir hal oluyor. Ve kişisel
bir merak... Yavuz Özkan filmlerinde de böyleydi de. Niye bizim erkek
kahramanlarımız genellikle 'yuppie'msi olurlar ve bazı şeylerin farkına, onları
kaybettikten sonra varırlar? 'Yeşil Işık,' kâğıt üzerinde kaybolan değerler
üzerine kafa patlatıyor. İyi de erkek kahramanı, sonuçta üçkâğıtçı bir işadamı.
Niye onun mutlu olmaya hakkı olsun ki? Ölümlü hayatında ne yaptı da, mutluluğu
hak ediyor? "Yeşil Işık", popüler olmak uğruna lafazanlaşan, giderek
bizi bir 'mesajlar ordusu'yla karşı karşıya getiren bir film. Kahramanlarının
ağzından aşk, yaşam, ölüm, dostluk, sadakat, ihanet, fedakarlık gibi kavramlar
üzerine nefes almadan ahkam kesen yapım, aynı zamanda sürükleyici olabilmenin
savaşını veriyor. Bunu başarabildiğini söylemek, ne yazık ki mümkün değil..
Popüler sinemaya karşı değiliz; hedeflerin iyi belirlendiği ve sonuca ulaşılan
yolda doğru manevralar yapıldığı zaman, sinemanın bu kulvarında keyfine
doyulmayacak ürünlerle karşılaşıyoruz ...
"Yeşil lşık"ın tek iyi görünen
yanı teknik yapısı. Temiz bir görüntü ve ses çalışmasının göze ve kulağa
çarptığı yapım, efekt çalışmalarında da sınıf geçmeyi başarıyor. (Murat Özer,
Haftalık Antrakt Sinema g., s.: 5,26 Nisan02 Mayıs 2002) “Uğur Vardan, Radikal
5.4.2002”
&Tiyatro
ve sinema dünyasından önemli isimlerin rol aldığı Yeşil Işık, yapımcı olarak
tanıdığımız Faruk Aksoy'un ilk yönetmenlik denemesi.
Film,
çekim aşamasında, Hülya Avşar'ın sevişme sahnelerinde dublör kullanacağı
haberleriyle basında ve özellikle de magazin basınında geniş yer buldu. Bu
durumun, 'sürprizinin sonunda saklı olduğu' gerekçesiyle filmin konusunu
medyadan sır gibi saklayan yapım ekibinin işini kolaylaştırdığını
söyleyebiliriz. Film ekibi, zaman zaman seti ziyaret eden basın mensuplarına
filmin fantastik bir aşk hikâyesi anlattığını söylemek dışında bir bilgi
sızdırmamaya gayret etti. Yönetmen Faruk Aksoy filmin, bu fantastik aşk
hikâyesini anlatırken Türk sinemasında daha önce denenmeyen, dünyada da benzer
bir biçimde ele alınmayan bir 'öbür dünya' anlayışı ortaya koyduğunu ve bu
yönüyle oldukça iddialı olduğunu söylüyor. Filmin izleyiciyi oldukça
şaşırtacağını belirten Aksoy, "Sinema salonuna gelenler hem çok
özenecekleri, epeydir de yaşamadıkları ve özlemini duydukları bir aşk öyküsü
seyredip duygulanacak, hem de fonda Türkiye'ye dair bir kara mizah görüp
gülecekler" diyor.
Zor hava koşullarına rağmen
çekimleri planlanan sürede, altı haftada tamamlanabilen film sesli olarak
çekilmesiyle ve iki milyon dolara yaklaşan bütçesiyle dikkat çekiyor. Filmin
dikkat çektiği bir diğer nokta da zengin oyuncu kadrosu: Başrollerdeki Hülya Avşar
ve Kenan Işık'a deneyimli tiyatrocu Haldun Dormen eşlik ediyor. (ALT YAZI Nisan
2002)
&
'Yeşil Işık'ın çekimleri yağmur, çamur, kar, tipi demeden sürüyor. Yönetmen
koltuğunda Faruk Aksoy'un oturduğu, Hülya Avşar, Kenan Işık ve Haldun Dormen'in
rol aldığı filmin çekimlerinin başladığı 19 Kasım'dan bu yana İstanbul, son
yılların en yağışlı ve karlı günlerini yaşıyor. Aksoy'a göre bu durum 'Yeşil
Işık bereketi'. Filmin Bahçeköy'deki setindeyiz. Atatürk Arboretum'unun
içindeki küçük gölün üzeri buz tutmuş. Hülya Avşar'ın canlandırdığı Elif ile
Kenan Işık'ın canlandırdığı Ali gölün kıyısındaki bankta oturuyor, çifte
kumrular gibi... 'Motor' sesiyle birlikte banktan kalkıp Ertunç Şenkay'ın
kullandığı kameranın önünden koşarak geçiyorlar. Nereye koşuyorlar? Sevişmeye...
Magazin sayfalarında günlerce haber olan, dublörlerin kullanacağı, çekilmeden
meşhur olan sahneye!
Esprisi finalde saklı
Yönetmenin deyişiyle
'kaybetmiş', tutunamayan iki insanın, televizyon prodüktörü Elif ve borsacı
Ali'nin hikâyesini anlatıyor 'Yeşil Işık'. Elif ve Ali, rastlantı sonucu
tanışıyor ve 'müthiş bir aşk' yaşamaya başlıyorlar. Bu aşk iki 'kaybeden'i
'kazanan' yapıyor. "Para kazandık, kaybettik, hepsi boş" diyor
yönetmen, "Aşk yoksa, dostluk, arkadaşlık yoksa hayatta yaşamaya değecek
bir şey kalmaz."
Filmin esprisi, sürprizli finalde saklı
olduğu için Aksoy, konu hakkında fazla açıklama yapmaktan kaçınıyor,
"İnsanlar salonda görsün istiyorum. Film, fantastik tarafları olan müthiş
bir aşk hikâyesi. Çok romantik bir final sahnesi çekeceğiz. Sinema salonuna
gelenler, çok özeneceği, epeydir de yaşamadığı bir aşk seyredecek. Filme gelen
insan gülecek. Türkiye eleştirisi görecek, kara mizah görecek fonda. Aynı
zamanda seyirci Türk sinemasında bugüne kadar görmediği fantastik sahneler
görecek" demekle yetiniyor sadece. Film ekibi soğukta çalışmaya alışmış
artık. Kimi aralardan yararlanıp kartopu oynuyor, kimi kayıyor. Kenan Işık ve
Hülya Avşar ise açık havada elektrikli sobayla ısınmaya çalışıyor. Film sesli
çekiliyor. Çekim olduğunda buz tutmuş gölün üzerindeki ördeklerin bile
vakvaklamayı kestiğine bizzat şahit olduk. 'Stop' sesi duyulunca vakvaklamaya
başlıyorlar!
'Yeşil Işık'ın setinde
dikkatimizi çeken bir nokta hiç prova yapılmaması... Ya hava çok soğuk o
yüzden, ya da yönetmen oyuncularına sonsuz güveniyor. "Hülya bana göre bir
dünya starı" diyor Aksoy, "Kenan Işık ve Haldun Dormen'in kariyeri
ise zaten belli. Herkes işini çok iyi yapıyor. Bu filme kesinlikle Hülya
Avşar'ın sinemaya dönüş filmi diyebiliriz. Hem Hülya'nın, hem Kenan'ın oynadığı
karakterler film içinde müthiş değişim gösteriyor. Ancak gerçek oyuncular bunun
altından Aksoy, ilk filmi olmasına karşın hiç zorlanmadığına dikkat çekiyor:
"Gelirsiniz ne çekeceğinizi bilmezsiniz. Hiç öyle bir şey olmadı bende.
Hep ne çekeceğimi bilerek geldim ve istediğimi çektim. Bazen oyuncular itiraz
etti, 'Hayır' dedim 'Sizin ne anladığınız beni ilgilendirmiyor, ben böyle
istiyorum.' Bazen onlar birtakım şeyler önerdiler, kabul ettim. Herkes
birbirini çok iyi anlıyor. Son derece uyumlu bir çalışma yürütüyoruz."
Önemli
olan hayat bilgisi
Yönetmen Aksoy, çeşitli film
ve televizyon projelerinde yapımcı olarak kendini ispatlamış. Ancak yönetmenlik
kolay bir iş değil. Gerekli donanımı yapımcısı olduğu filmlerin setinde mi
kazandı? Üstelik sinema değil hukuk okumuş.
"Ortaokuldan bu yana Türkiye'de en
çok film seyretmiş insanlardan biriyim" diyor Aksoy ve devam ediyor:
"Günde ikiüç tane film seyrederdim. İngilizce ve Fransızca bildiğim için
birçok sinema dergisini takip ederdim. Sinemanın teorisiyle de çok ilgiliyim. Büyüyünce
sinemacı olacaktım. Bir insan yönetmen olacaksa onun sinema eğitimi almasını
hiçbir şekilde anlamlı bulmuyorum. Dört yıl gibi koca bir zamanın boşa
harcandığını düşünüyorum. Görüntü yönetmenliği, ışıkçılık gibi teknik işlerde
durum değişir. Yönetmenlikte dünyayı kavramak, hayat bilgisi önemlidir.
Yönetmene gerekli olan teknik bilgiyi birkaç kere sette bulunduğun zaman
kavrıyorsun." Erkan Aktuğ, Radikal, 12.1.2002“
& 1940'ların Amerikan filmlerinde pek moda olan
ve son yıllarda Meet Joe Black, Şeytanın Avukatı vb. filmlerle yeniden gözde
bir tür olarak ortaya çıkan meleklişeytanlı filmler ve mistik damgalı öyküler,
aslında sinemamızda pek yapılmamıştı. Bu açıdan, gişede çok başarılı birkaç
filmden sonra ilk kez yapımcılığının yanı sıra yönetmenliğe de soyunan Faruk
Aksoy'un bu tür bir hikaye denemesi, anlayışla karşılanabilir.
Konu?
Özetle, yaşamda yolları birçok kez kesiştiği halde bir türlü tanışamayan,
aslında "birbirleri için yaratılmış" iki insan, aynı gün ve aynı
dakikalarda ölümün eşiğine gelerek aynı hastaneye kaldırılırlar.
(Rastlantıların böylesi!) Biri iyileşir, diğeri ölür. Ama, kader onları ölümden
sonra da bağlamaktadır ve ölen adam, konuk olarak geri döndüğü dünyada temelli
kalmak için, kadının ölümüne muhtaçtır. Ama, araya aşk, gerçek aşk girince,
ölümün ve hayatın anlamları aynı kalabilir mi?
Hepsinden bir parça bulunsun diye yola
çıkılınca da sonunda hiçbir yere varılmıyor ve film, özellikle ortalarından
itibaren, tümüyle yolunu şaşırmış bir gemi gibi yalpalayıp duruyor. Örneğin o
"araf' (yani cennetcehennem eşiğindeki "dağıtım") sekansındaki
komedi duygusu geliştirilip filmin tümüne yayılabilseydi, ortaya hoş bir
fantastik güldürü çıkabilirdi. En azından Atıf Yılmaz ustanın Arkadaşım Şeytan
ya da Nihavent Mucize'de örneklerini verdiği.. .
Öte yandan film, inanılması zor bir naiflik ve kabul edilmesi
'mümkünsüz' bir çocuksuluk duygusuna fazlasıyla batırılıp çıkarılmış. Hülya
Avşar gibi kuşku yok ki yetenekli, artık belli bir yaşa gelmiş ve bu yaşın
biraz yorgunlukla karışık tüm güzelliğini taşıyan bir kadına, film boyunca bir
liseli davranışları yüklenirse ... Seyirci bunu ciddiye alabilir mi? Kenan Işık
gibi bizim için henüz yarışma programlarındaki gizemli davranışların ötesinde
yeteneğini kanıtlamış olmayan bir oyuncunun ve ayrıksı, ama ilginç karakterini
yılların deneyimiyle kotarmaya çalışan Haldun Dormen'in çabaları da, filmi
kurtarmaya yetmiyor.
Geriye, ustalıkla yapılmış birkaç özel
efekt, her türlü yoksulluk ve çirkinlikten arındırılmış, reklam kuşaklarını
andırır ideal ev, mutfak ve sokak görüntüleri ve birkaç düzeyli yan oyunculuk
gösterisi kalıyor. Bu kadarı da, doğrusu, bunca iddialı bir film için hiç
yeterli değil. Bir sinema yazarı arkadaşın çıkarken ettiği bir lafta bitirmek
istiyorum: "Sevgiden bu kadar çok söz edip de sevgiyi bunca hissettirmeyen
bir film görmemiştim!" “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans
Yılları” syf, 153”...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder