DREJAN (1996) "Drejan"
Yönetmen: Şahin Gök, Senaryo: Mesut Taner, Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay, Yapım: Can Film/Metin Devrim Kurgu: Mevlüt Koçak, Müzik: Metin Karataş, Negatif Kurgu: Tamer Eşkazan, Işık Şefi: Turgut Köse, Öykü: Gani Şavata, Dialog: Muhsin Şavata, Ses Kayıt ve Miksaj: Erkan Esenboğa, Müzik: Metin Karataş,
Oyuncular: Serpil Çakmaklı,
Levent İnanır, Gani Şavata, Gamze Tunar, Kazım Kartal, Atilla Ergün, Sırrı
Elitaş, Levent Çakır, Hakkı Coşkun, Vehbi Varol, Mine Sun, Mahmut Atay,
Konu: Güneydoğu'daki bir aşiretin
öyküsünü konu alan film, bir kan davasının yol açtığı olaylar çevresinde
gelişir. Şilan'ın köylerde halı satan kocası bir gün dönüş yolunda öldürülür.
Kocasının babası, öteki oğlu Davut'u kardeşinin intikamını alması için
görevlendirir. Ancak Davut'un hamile karısını düşünen Şilan, kanlılarını kendi
eliyle öldürmeye karar vermiştir. Buna rağmen ikisi de aynı gece, aynı anda
katilleri öldürmek için yola çıkmıştır. Hasımları ölünce, ikisi de beş yıla
mahkum olur. Hapisten çıkıp köye döndüklerinde ise, kanlılarının hala intikam
peşinde olduklarını görürler. Aşiretin saygın büyüğü Adalet Ağa araya girer,
Şilan ve Davut'u çoban Deli Sülo'nun mezrasına yollar. Ama intikam kovalamacası
devam eder. Orada kalırsa birilerini öldürmek zorunda kalacağından korkan Şilan
başındaki şarı çıkarıp yere atar. Oysa Drejan'da şar kadının namusudur. Onu
yerden alan erkek de ömür boyu bu namusun bekçiliğini yapmayı üstlenmiş
demektir. Şarı yerden Deli Sülo alır…(Türsak Sinema Yıllığı 97/98)
& Uzun set işçiliği ve asistanlık yıllarının ardından,
1980'de senaryosunu Onat Kutlar'ın yazdığı 'Kurban Olduğum'la yönetmenliğe
geçen Şahin Gök, izleyici ve eleştirmenlerin haklı olarak pek anlayamadığı
'Ponente Feneri'nden (1989) sonra Orhan Kemal uyarlaması 'Eskici ve Oğulları'
(1990) yla önemli sayılacak bir adım atmış, devamını da 'Siyabend ile Heco'
(1991), 'Kızılırmak Karakoyun' (1993) gibi doğu masallarıyla getirmişti.
Yönetmenin son filmi Drejan’da konu, atmosfer ve karakterler yönünden Gök'ün
yakın tarihli öncekilerine benzer nitelikli bir çalışma Drejanlar hakkında uzun
bir ansiklopedik bilgi faslıyla açılan film, baştan sona çeyrek belgesel bir
tonda ilerliyor. Şahin Gök, doğrudan doğruya, yüzbinlerce kişilik Drejan aşireti
üyelerine yönelik 'kapalı devre yayın' yapmış sanki. Sonuçta kan davası gibi
ilkel bir uymanın noktalanmasına yönelik propagandası, filmin seyirci olarak da
doğrudan Drejan’ları ilgilendiriyor oluşunu bir ölçüde hafifletebilir belki.
Ama bunun ötesinde bir sinema yapıtı olarak oldukça zayıf, mesajını geçerli bir
yöntemle aktarmaktan uzak kalıyor 'Drejan'. Şilan'a ateş eden delikanlının
düğün meydanına kaçışıyla bütünleşen cirit görüntülerindeki ağır çekim lezzeti
bir yana,çoğu zaman sıkıcı hale gelen temposuz, savruk bir anlatımı var Şahin
Gök'ün. Hele Şilan'ın böyleyken böyle türünden nutukvari konuşmaları, finaldeki
erkekler topluluğunun kameraya teker teker bakarak ettikleri veciz sözler,
düzeyi iyice düşürüyor. Davut rolündeki Levent İnanır'ın, Sülo rolündeki Gani
Şavata'nın oyunculuk başarısının dışında olumlu açıdan 'altı çizilecek' tarafı
pek yok Drejan' ın. Adalet Dede karakteri ile feodalizmin çürümüşlüğünü, çağ
dışılığını kurtarıcılık ve tek çare olarak görmek ise başlı başına bir aymazlık
olarak geldi bize. Molla tiplemelerinin, sinema tarihimiz içinde nereden nereye
geldiğini düşünüyoruz da"... (Arslan, Radikal, 20.02.1997) Prof.Dr. Alim
Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Varol, “20 Yüzyılın Türk Sineması” syf, 97”
& Filmde Kürtler falan yok! Yani film, ne 'Güneydoğu
gerçeğini' anlatıyor, ne Kürt meselesiyle doğrudan veya dolaylı bir takım
şeyleri, ne de bir aşiretin 'anotomisini... Bir tek başroldeki Serpil
Çakmaklı'nın adı Kürtçe, o kadar. 'Kuşburnu' anlamına gelen Şilan'dır
Çakmaklı'nın adı. Bir de filmin başlarında Şilan Perver'in ünlü türküsü 'De
Lori' ağıdının belli belirsiz sözleri duyuluyor. Bunun dışında, filmde ne orada
süren savaştan izler var, ne korucular, ne jandarrmalar, ne de başka şey ler.
Filmde Drejan aşireti, çevresinde olan bitenden bihaber, sadece kendi iç düzen
ve hukukunu sağlamaya çalışan, kendi halinde, bulaşmaz, 'steril' bir görünüm
arz ediyor ... Her şey sanki Türkiye'de değil de başka bir dünyada geçiyor
gibi. Atlar, kuzular, koyunlar, inekler, öküzler, hayvan sürüleri ... Ve
durmadan el öpen, yanak bus eden insanlar. Kameraya dönen herkes, ultra
entellektüel bir edayla, husumetin, kan davasının ne kadar kötü bir şey
olduğunu anlatarak, bizlere barış ve sevgi üzerine anlamlı mesajlar veriyor.
Canı sıkılan duvarda asılan kalaşnikofuna sarılıyor. Pusu kuruyor, hasmına ateş
ediyor ve nedense kurşunlar hep hasımların kollarını sıyırıp geçiyor ... Filmin
iddiasına göre Drejan aşireti bir "demokratik hukuk" aşiretiymiş.
Kimse kimsenin malına, ırzına göz dikmez, kimse kimsenin hakkını yemezmiş. Kadına
sonsuz saygı varmış bu aşirette. Adaleti kendileri sağlıyormuş ve kimsenin
hakkı yenmiyormuş. Onun için filmde 'Adalet Emmi' adında ak sakallı, nur yüzlü
bir ermiş var ve bu 'Emmi'nin dediği dedik, çaldığı düdük. Emmi, Emmi değil, Hz.
Ömer mübarek. ... Filmin ana mesajı, savaş kötü, barış iyidir. Bölünüp
parçalanma kötü, birlik iyidir. Belki de film bize, bir aşiretin şahsında,
ülkede sürüp giden kan davasının, savaşın kötü, barışın iyi bir şey olduğunu
anlatıyor. .. Olabilir, ama film olmamış" (Kızılkaya, Gazete Pazar,
23.02.1997). “Prof.Dr. Alim Şerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Varol, a.g.e.”
&No Kurds in the movie! In other words, the film does not describe the 'Southeast reality', neither directly or indirectly some things with the Kurdish issue, nor the 'anotomy of a tribe... Only the name of Serpil Çakmaklı in the lead role is in Kurdish, that's all. Çakmaklı's name is Şilan, which means 'Kuşburnu'. Also, at the beginning of the movie, the vague words of Şilan Perver's famous folk song 'De Lori' are heard. Apart from that, there are no traces of the war going on there, nor the guards, nor the gendarmes, nor anything else. In the movie, the Drejan tribe presents a 'sterile' appearance, unaware of what is going on around them, trying only to maintain their own internal order and law, on their own, uncontaminated, 'sterile'... Everything seems to take place in another world, not in Turkey. Horses, lambs, sheep, cows, oxen, herds ... And people who kiss and kiss incessantly. Everyone who turns to the camera gives us meaningful messages about peace and love by telling us how bad things are to enmity and blood feud with an ultra-intellectual tone. Bored, he hugs his Kalashnikov hanging on the wall. He ambushes, shoots at his opponent, and for some reason the bullets always graze their arms... According to the film's claim, the Drejan tribe was a "democratic law" tribe. No one covets anyone's property or chastity, no one abuses anyone's rights. There was endless respect for women in this tribe. They provided justice themselves and no one's rights were defeated. That's why, in the movie, there is a white-bearded, bright-faced saint named 'Justice Emmi', and this is what 'Emmi' said, the whistle she blew. Emmi, not Emmi, Hz. Omar is blessed. ... The main message of the movie is that war is bad, peace is good. Division is bad, unity is good. Maybe the movie tells us that in the person of a tribe, the blood feud and war that goes on in the country is bad and peace is a good thing. .. Maybe, but the movie didn't happen"
Drejan aşiretinin tarihini anlatan bir
mini belgeselle açılıyor filmimiz. Aşiretin tarihini 'Birçok tarihi kitaplardan
toparlayıp, en doğrusunu yazan' Muhsin Şavata imiş ... Yönetmen Şahin Gök onun
çalışmalarından ve Gani Şavata'nın öyküsünden yola çıkarak gerçekleştirmiş
'Drejan'ı. Üstelik Türk sinemasında oluşturulabilecek en iyi ekiplerden
biriyle. Doğa manzaraları koyun sürüleri, baharın tüm güzelliği, köy yaşamı,
düğün vb. belgesel tadında ne kadar canlılıkkla görüntülenmişse dramatik
bölümlerde o kadar yapay. Sanki iki film izliyorsunuz. Gelenekçi, feodal yapıya
övgüler düzen bir içeriği var 'Drejan'ın. Şilan'ın birey olma çabaları da mutlu
sona kurban edilmiş. Köken, aile, aşiret, ulusa aidiyet, bağlılık duygusu
anlaşılabilir bir durum. Ama ataerkil düzenin hoş gördüğü kadarıyla kadınların
birey olarak kabul edildiği, namus kavramının 'şar' a indirgendiği, tanrısal
bir kişilik gibi kabul edilen bir ağa, öl dese ölünen feodal yapıya övgüler
düzmeyi çok garipsiyorum" (Taşçıyan, Milliyet, 28.02.1997). “” Prof.Dr.
Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Varol, “20 Yüzyılın Türk Sineması” syf, 98”
____________________________________--
Subject: The film, which tells the story of a tribe in the
Southeast, revolves around the events of a blood feud. Şilan's husband, who
sells carpets in villages, is killed on the way back one day. Her husband's
father assigns his other son, David, to avenge his brother's death. However,
thinking of David's pregnant wife, Şilan decided to kill their blood with his
own hands. Despite this, they both set out to kill the murderers on the same
night at the same time. When their opponents die, they are both sentenced to five
years. When they leave the prison and return to the village, they find that
their blood is still seeking revenge. The respected elder of the tribe, Adalet
Ağa, intervenes and sends Şilan and Davut to the hamlet of the shepherd Deli
Sülo. But the chase for revenge continues. Fearing that if he stays there, he
will have to kill someone, Şilan takes the scarf off his head and throws it on
the ground. However, in Drejan, the shar is the honor of the woman. The man who
picks it up means that he has undertaken to guard this honor for the rest of
his life. Sari takes Crazy Sulo from the ground
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder