KASABA (1996)
Senaryo ve Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan Görüntü Yönetmeni: Nuri Bilge Ceylan, Müzik: Ali Kayacı Yapım: NBC Film/Nuri Bilge Ceylan Kurgu: Ayhan Ergürsel, Nur. Bilge Ceylan, Yapım koordinatörü: Sadık İncesu, Ses Miks: Taylan Oğuz,
Oyuncular: Fatma Ceylan
(Nine), Mehmet Emin Ceylan (Dede), Mehmet Emin Toprak (Saffet), Havva Sağlam
(Asiye), Sercihan Alevoğlu (Baba), Sema Yılmaz (Anne), Muzaffer Özdemir (deli
Ahmet), Cihat Bütün (Ali), Latif Altıntaş (öğretmen)
Konu: Kasaba, sessiz ve sakin bir
kasabada geçen bir öyküdür. Çocukların sokakta oynadıkları bir sahne ile
başlamaktadır. Deli Ahmet diye çağırdıkları bir adamın kardan düşmesine
gülerler. Deli Ahmet çocuklarla birlikte gülerken gülümsemesi yavaş yavaş
yüzünde donar. Onlara uzaktan hüzünlü gözlerle bakan Saffet'in yüzünü görürüz.
Filmin jeneriği başlar. Çocuklar okulun önünde Andımızı okuduktan sonra sınıfa
girerler. Sınıfın içinde uçan bir kuş tüyüyle oynarlarken öğretmen gelir. Sınıf
ta bir koku vardır. Öğretmen yoklama yapar. Koku çok ağırlaşınca öğretmen
herkesten beslenmesini sıraların üzerine koymasını ister. Tek tek hepsini
koklar. Asiye'nin beslenmesi kokmaktadır. Ona annesinin bu yemeği yanına nasıl
koyduğunu söyleyerek, yemeği atmasını ister. Asiye bu durumdan utandığı için
sessizce ağlar. Derse geç kalan İsmail, sınıfa girer. Üstü başı ıslanmıştır.
Sobanın yanına bir sandalye çekerek oturur. Islanan çoraplarını sobanın üstüne
asar. Bu olaylar meydana gelirken, bir yandan da sınıf ta öğretmenin ve diğer
çocukların davranışlarını izleriz. Çoraplardan akan su, dışarıda ara sıra geçen
insanlar, Uyuyan çocuklar, penceredeki kedi ve en sonunda öğretmenin kucağına
kadar uçan kuş tüyü ... Hayat çok yavaş akmaktadır. Bu arada kasabadaki tek
düzelikten sıkılmış olan Saffet'in sıkıntılı hallerine tanık oluruz. Kasabadaki
lunapark alanında gezer.
Mevsim değişmiş, ilkbahar gelmiştir. Havva, okuldan çıkmıştır.
Kardeşi Ali ile ailelerinin onları bekledikleri mısır tarlasına doğru yola
çıkarlar. Bu bölümde bu yolculuk sırasında yaşadıklarını izleriz. Kasabada
hayat çok yavaş akmaktadır.
Burada erik toplayıp yerler, gördükleri
bir eşeğe bakarlar. Bir kaplumbağa ile Ali çok ilgilenir. Yola devam edecekleri
zaman kaplumbağayı ters çevirip bırakır. Çocuklar sonunda anne, baba, dede,
babaanne ve kuzen Saffet'in onları bekledikleri mısır tarlasına varırlar. Bir
ateşin etrafında bir araya gelerek mısır pişiren ailenin sohbeti başlar.
Dedeleri savaş sırasında İngilizler tarafından nasıl Hindistan'a gönderildiğini
anlatmaya başlar. Pahalılıktan yakınır. Kaderden kaçılmayacağına inanmaktadır.
Babaanne ölen oğlu için hala acı çekmektedir. Baba, yurtdışında okumuştur ancak
yine de kasabaya geri dönmüştür. Tarih üzerine sohbet etmekten hoşlanmaktadır.
Büyük İskender'in öyküsünü anlatır. Eğitiminin getirmiş olduğu daha bilimsel
düşünce yapısı Saffet'i çileden çıkarmaktadır. Saffet, askerden sonra düzenli
bir iş sahibi olamamıştır. Kasabanın sıkıcılığından kurtulmak istemektedir.
Hayatın boş ve anlamsız olduğu fikrini taşımaktadır. Dede bir iş ve eş sahibi
olması gerektiğini düşünmektedir. Davranışları ölen babasına benzetilen Saffet,
babası yüzünden kendisinin suçlanmasına isyan etmektedir. Gece yavaş yavaş
çökerken çocukların uykuları gelmeye başlar. Ali, rüyasında ters çevirdiği
kaplumbağayı görür. Saffet'te kendisini kısılmış hissettiği kasabadan askere
gitmek için ayrılırken hissettiklerinden bahsederken; geriye dönüşle yolda uzun
yürüyüşünü izleriz.
Filmin dördüncü bölümü evde
geçmektedir. Babaanne, eşi öldüğünde ortada kalmaktan korkmaktadır. Ev halkının
gürültüsü içerisinde Asiye yavaş yavaş uykuya dalar. Mısır tarlasındadır.
Dedesini yerde uzanmış görür. Saffet'te gömleğini çıkarmıştır. Kız derenin
yanında çömelir ve yavaşça elini suya uzatır. “” Nigar Pösteki, “Yönetmen
Sineması” syf, 116”
Ödül:
34. Antalya Altın Portakal Film Festivali:
►"En İyi Yönetmen" Mansiyonu;
11.
Adana Altın Koza Film Festivali:
► "Yılmaz
Güney Özel Ödülü"
17. İstanbul Film
Festivali:
►"Ulusal
Yarışma Jüri Özel Ödülü";
FIPRESCI "Onat Kutlar Ödülü";
Efes Pillsen Ödülü .
Asiye'nin okuldan çıkışı ve kardeşi Ali
ile buluşmasıyla başlayan ikinci sekans, çocukların eve dönüşlerinin öyküsüdür.
Ara sıra Saffet’i görürüz. Çocukların amcasının oğlu olan Saffet, kasabanın
içinde aylak aylak dolaşır. Bu kendi içinde sıkıcı bir düzene sahip olan,
heyecansız hayat onu sıkmıştır. Asiye ve Ali'nin yürüyüşleri ile Saffet'in
kasaba içindeki aylak dolaşması koşut anlatımlı olarak iç içe verilmektedir.
Doğanın sakin akışı içinde kendilerine oyunlar yaratan ancak hep doğaya
müdahaleyi içeren oyunlardır bunlar çocuklar ile sıkıcı kasaba hayatında takılı
kalmış Saffet'in hayatı arasındaki zıtlık vurgulanmaktadır. Çocukların doğa ile
etkileşimlerini anlatan bölümde mevsim değişmiştir. Yazın ilk günleri
yaşanmaktadır. Ali, haylazlığı ile çocuk acımasızlığını temsil etmektedir.
Yolda gördüğü yaşlı bir dedeye taş atar, mezarlıkta mezarların üzerine oturur,
gördükleri bir eşeğe yediği eriğin çekirdeğini atar, bir kaplumbağayı ters
çevirerek bırakır. Ali'yi yani insanı eşeğin ve kaplumbağanın gözünden görürüz.
Doğal hayatları içerisinde insanlar tarafından rahatsız edilen hayvanların
çaresizlikleri acımasız bir yaşamı temsil etmektedir.
Üçüncü bölümde büyüklerin dünyasına giriş
yapılmaktadır. Akşam olmaktadır ve çocuklar sonunda eve dönmüşlerdir. Dede,
nine, anne, baba (Emin), çocuklar ve Saffet mısır pişirilen ateşin başında bir
araya gelmişlerdir. Dedenin sürekli anlattığı için aile üyeleri tarafından
ezberlenen askerlik anıları ve inançlı biri oluşu, ninenin ölen oğlunun acısını
hala taşıması, işsiz Saffet'in kasabadan kurtulma isteği ve her şeye karşı olan
hiçliği ve sorumsuz babasının izinden gittiği için suçlanışına isyanı,
çocuklarının acımasız hayatla karşılaştıklarında ne yapacaklarından endişe
duyan anne ve yurtdışında okuduktan sonra kasabaya dönerek çiftçiliği seçen
baba bu bölümün daha dramatik olmasını sağlamaktadır ancak uzun sohbetler
bölümün takibini zorlaştırmaktadır. Aile üyelerinin her birinin kendilerine
göre endişeleri ve hayat görüşleri vardır. Bu nedenle birbirlerini pek
dinlemezler. Baba, bilgisi ile otorite kurmaya çalışmaktadır. İskender'in
öyküsünü anlatışı, tarih bilgisini ortaya koyan şeyler söylemesi, söylediği
herşeyi bilimsel bilgi ile açıklamaya çalışması Saffet’i çileden çıkarmaktadır.
Hem kasabadan kurtulmak istemekte hem de dış dünyanın bilinmezliğinden
korkmaktadır. Askere giderken hissettiği ürkeklikten bahseder. Saffet
anlatırken o günü görürüz. Uzun uzun kasaba yolu üzerindeki yürüyüşünü izleriz.
Hem kurtulmak istediği hem de garip bir biçimde bağlı kaldığı hayat onu sıkmıştır.
İşsiz gezmesi, çoluk çocuğa karışmaması nedeni ile aile tarafından hoş
karşılanmaması isyan etmesine neden olmaktadır. Özellikle babası yüzünden
suçlanması onu asi yapmıştır. Tilki misali kasabaya geri dönen baba, Saffet
tarafından bilgisini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmakla suçlanır.
Kasabadan kurtulmak için okumuş, yine de kasabaya dönmüştür. Geçmişleri ile
muhasebe yapan erkekler, dönüp dolaşıp kasabaya geri dönmüşlerdir. Üçünün de
hikayelerinin sonunda kasabadaki köklerini bırakamadıklarını görmekteyiz. Dede,
Hindistan' a kadar gittiği askerlik macerasında hep kasabasını bir daha görüp
göremeyeceğinin hayalini kurmuştur. Saffet, kendi askerlik anısında kasabadan
ayrılırken zorluk çekmiştir. Baba ise Amerika'da okuduktan sonra kasabaya dönüş
yapmıştır. Dışarıda yaşadıkları zorluklardan kaçış sonunda kendilerini kasabada
bulmuşlardır. Büyüklerin dünyasını uykulu gözlerle takip eden çocuklardan Ali,
rüyasında vicdanı ile karşılaşacaktır. Acımasızca ters çevirip bıraktığı
kaplumbağayı görür. Suçluluk duygusu, ateşin başında, ailesinin güvenli
sıcaklığının içerisinde rüyasında onu bırakmayacaktır.
Filmin son bölümü ateş başı sohbetinin devamı gibidir. Asiye'nin
düşü ile bitecek olan bu bölümde nine eşinin ölümünden sonra ortada kalmak
istemediğini söyler. Oğlu Emin ise okuduklarına dalmıştır. Onu dinlememektedir.
Uykuya geçmek üzere olan Asiye, ev halkının seslerini yattığı yerden dinler.
Asiye'nin düşünde elini dereye uzatması ile görüntü donar. Müzik ile birlikte
film biter. “Nigar Pösteki, “Yönetmen Sineması” syf, 116”
4
Kasaba",
"kış" ve "yaz" diye tanımlayabileceğimiz, uzunluğu ve
sinema dili farklı olan iki ana bölümden oluşuyor... Jenerik öncesinde yer alan
bi r sahne, kendi içinde bütünlüklü, filmin dili ve uslubuyla ilgili ipuçları
taşıyan bir kısa film gibi.
Yönetmenin vazgeçilmez
oyuncusu Muzaffer Özdemir'in oynadığı bu birkaç dakika süren sahnede, kasabanın
delisi, buzda kayıp düşer. Alay eden çocukların arasında duran Asiye'nin
yüzündeki ifade durağanlaşır. Filmin bir diğer kahramanı, genç, işsiz, kasaba
bıkkını Saffet de olayı sıkıntıyla izler.
4 Çok sözü edilen kısa
filmi 'Koza'yı bir türlü izleyemediğim Ceylan, lirik bir şiir gibi örmüş
'Kasaba'yı ve epik anlatımdan alabildiğine uzak durmuş. Öte yandan, en azından
kendi seyir tarihim açısından söyleyecek olursam, bu güne kadar rastlamadığım
bir tarz tutturarak, öykü anlatma mücadelesini de elden bıırakmamış. Düpedüz,
açıkça değil; sezdirmeden, sessizce... Çamurlu yollarla karla kaplı dağlarla
çevrili küçük bir kasabadan puslu manzaralar getiriyor karşımıza 'Kasaba'...
Yılmaz Güney'in 'Umut'undan bu yana bu kadar 'gerçekçi' bir film izlediğimi
anımsamıyorum. Çünkü herşey gerçek! Mekanlar, insanlar. davranışlar, konuşmalar,
kaygılar, gülümsemeler... Bir şiir film dedim 'Kasaba için. Aynı zamanda da bir
fotofilm. Dondurulduğunda, çekilip alındığında tek başına değer taşımayan, uzun
uzun görmeyi, incelenmeyi hak etmeyen tek bir kare yok 'Kasaba' da"
(Arslan, Radikal, 02.12.1997). “Prof. Dr.Alim Şerif Onaran/Bülent Vardar, “20
Yüzyılın Türk Sineması” syf, 105”
4
Basiret
sahiplerinin 34. Antalya Film Festivali'nde, Türk Sineması'nın tek sorununun
hala' samimiyetsizlik' olduğu gerçeğini bir kez daha gördüklerini sanıyorum.
Nuri Bilge Ceylan'ın 'Kasaba'sı, Antalya'daki iyi filmlerden biriydi. Elinizde
bir büyüteç yoksa adını haritada kolayca bulamayacağınız bir kasabada
çekilmişti. 'Kasaba'. Mütevazi bir bütçeyle, yaygara etmeden Oyuncularının adı
Hülya değildi örneğin. Volkan, Tarkan, Tarık, ne bileyim Tanju filan da değil.
örneğin Havva'ydı, Mehmet Emin'di. 60'larında bir ana, 70'lerinde bir babaydı.
Teyze oğlu Saffet'ti. Bir okul müsameresi dahi görmemiş cıvıl cıvıl kasaba
çocuklarıydı. İmaj çağında, 'imaj'ın kıçına tekıneyi vurmuştu filmin yönetmeni.
Göz boyama, seyirci avlama adına alçalmıyordu 'Kasaba'... Bizim az gelişmiş
ülkemizin çok gelişmiş sinemacıları yüksek fikirlerle, 'müthiş' zeka oyunlaryla
ürettikleri 'paradokslarla' oynaya dursun, alçak gönüllü 'Kasaba', yeni bir
damar yakalıyor, nerdeyse bir manifesto olup çıkıyordu.. Antalya Film
Festivalinde kendini popülist değerlerden uzak tutan soylu bir sinema etiğine
sahip olan 'Kasaba', ödüllendirilemezdi. Ödülsüz bırakılamazdı, görmezden
gelinemezdi. Kategoriler dışında bir ödül verildi Kasaba'ya: En İyi Yönetmen
dalında mansiyon. Namuslu bir jürinin elinden daha fazlası gelmiyordu çünkü.
Bence 'Kasaba' aldı en büyük ödülü" (Ahmet Uluçay, Radikal, 03.12.1997).
4
İtalyan
Yeni Gerçekçilik akımının belli başlı özellikleri arasında yerinde çekim,
amatör oyuncular, gerçek zaman kullanımı, öykünün gelişimi ile ilgisi olmayan
görüntülerin sıkça kullanılması, epizodik anlatım ve filmin gelişi güzel bir
anda sonlanması gelir. 'Kasaba' da bu belli başlı özellikleri kullanan bir
film. "Nuri Bilge Ceylan'ın doğup büyüdüğü kasabada çekilen filmde,
profesyonel oyuncu yok, sekanslar 'gerçek zaman' da geçercesine uzun, öykünün
gelişimiyle ilgisi olmayan görüntüler ağırlıkta.... Görsel bir anlam, grafik
bir anlatımdan ziyade estetik bir duyguların yaratmayı amaçlayan görüntüler,
Yeni Gerçekçilik akımının filmlerinde olduğu gibi sinemasal bir tad bırakınıyor
'Kasaba'da. Nuri Bilge Ceylan'ın fotoğrafçılıktan geldiğini hemen belli eden
durağan görüntüler bunlar. Nitekim kamera hareket ettiği anda 'amatörlük' tüm
olası iyi anlamlarından boşanıp, düpedüz beceriksizce, baştan savma anlamlarını
içeren bir boyut kazanıyor. Dahası Yeni Gerçekçilik, tepki olarak doğduğu
'telefon' filmleri yüzünden olsa gerek, diyaloglara, hele de monologlara prim
vermeyip, sinemayı tümüyle görsel bir sanat olarak algılarken, 'Kasaba'nın
bitmek bilmeyen ... diyaalog isvesine bürünmüş dizi dizi monologlardan oluşan
bir bölümü var." (Erdem, Gazete Pazar, 21.12.1997). “Prof. Dr. Alim Şerif
Onaran/Bülent Vardar )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder