Powered By Blogger

11 Aralık 2022 Pazar

 

KÖPEKLER ADASI (1996) 


Senaryo ve Yönetmen: Halit Refiğ, Görüntü Yönetmeni: Çetin Tunca, Sanat Yönetmeni: Yudum Yontan, Müzik: Melih Kibar, Yapım: Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı

Oyuncular: Tanju Gürsu, Perihan Savaş, Ekrem Dümer, Mürşit Bağ

Konu: Film, insanın doğayla ilişkisi, yalnızlık, ölüm korkusu temaları çevresinde gelişir. Eşref, yaşlı, alkolik, işsiz bir gazetecidir. Mesleğindeki eski parlak günlerine dönebilmek için tek çareyi, ıssız bir adada köpeklerle birlikte yaşayan gizemli bir kadınla röportaj yapmakta bulur. Bir yolunu bulup adaya gitmeyi başardığında önce kadının düşmanca tavırlarıyla karşılaşır. Ancak Eşref'in çaresizliğinden etkilenen kadın onun adada kalıp köpeklerin bakımında kendisine yardımcı olmasına izin verir. Eşref, çok geçmeden, gündüzlerini köpeklerin doyurulması ve bakımıyla geçiren bu esrarengiz kadının geceleri ışıltılı kıyafetler içinde eşsiz bir sesle şarkı söylediğine tanık olur ve onun kim olduğunu anlar. Bir zamanlar hayran olduğu, sahnelerin unutulmaz yıldızı Şükran Akay'dır o; yıllar önce izini kaybettirmiş, çevresindeki insanların iki yüzlülüğünden kaçarak yaşamını köpeklere adadığı bu adaya sığınmıştır. Giderek kadının büyüsüne kapılan Eşref, bu arada sağlığını yitirmeye ve geceleri kabuslar görmeye başlar. Sonunda onun kendisini öldüreceği korkusuyla adadan kaçar. Ne var ki, köpeklerin havlama sesleri sürekli beyninin içinde yankılanmakta ve onu ölüme çağırmaktadır. (Türsak Sinema Yıllığı, 97/98)

ÖDÜL:

34. Antalya Altın Portakal Film Festivali

►Tanju Gürsu “En iyi erkek oyuncu”

4 Sekiz yıllık bir aradan ve televizyon çalışmalarından sonra, Refiğ 1997'de 'içinde gerilim de var, ancak herhangi bir türe girmiyor... Benim sevdiğim, kendi dünya görüşüm ve sinema anlayışım çerçevesinde bana göre yapmaktan gurur duyduğum' dediği Köpekler Adası'nı çekti. Film köpeklerle dolu ‘benlik kavgasının olmadığı' bir adaya inzivaya çekilen eski starlardan Şükran Akay ve alkolik, çaptan düşmüş gazeteci Eşref'i anlatıyordu.

Yalnız ve toplumdan kopmuş iki kişinin karşılaşması etrafında yönetmenin, başka ana motifleri yer alır: Ölüm ve ölüm korkusu, insan (ve hayvan) sevgisi, insanın yalnızlığı, sanatç medya ilişkisi, kişilik çatışması vb. Refiğ 'Köpekler Adası'nın mikro kozmosuna bir makro kozmosu sıkıştırmaya çalışmışsa da, film gösterimde olduğu kısa süre boyunca ilgisizlikle karşılaşır" (Scognomillo, Türk Sinema Tarihi, 1998: 440). “Prof. Dr.Alim Şerif Onaran/Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Türk Sineması” syf, 107”

4 Film, popüler kültür hayatına da incelikli bir gönderme içeriyor. Kadının bütün o parlak ve alayişli yaşantısı içinde bir türlü kendi olamaması, basının, yardakçıların sürekli özel hayatını kuşatması onu insanlar arasında ulaşılmaz bir adaya mahkum etmiştir. Buna karşılık o bu hayat içinde kendi iç dünyasıyla barışık değildir. Belki de filmin tasavvufi zeminini en iyi ifade eden imgelerden birisi de soru sormama kuralıdır. Çünkü sırra vakıf olmak akıl işi değil, tamamen bir teslimiyet ve gönül işidir... Film, Refiğ'in ulusalcılıkla başlayan düşünce serüveninin hangi boyutlara evrildiğinin de göstergesi. Oyunculuk olarak Perihan Savaş ve Tanju Gürsu'nun hiç de küçümsenmeyecek bir oyun performansı gösterdiklerini gözardı etmemek gerekir. 'Köpekler Adası' ulusal ve yerel değerleri çağrıştıran, mistik esintilerle örülü belki Ayşe Şasa'mn ve Sadık Yalsızuçanlar'ın sık sık vurguladıkları 'Rüya Sineması' kavramına yaklaşan, bir anlam derinliği barındıran geleneksel kültürle yoğurulmuş bir sinema örneği" ( Şerif Onaran/Bülent Vardar,.”

 4Halit Refiğ uzunca bir sessizlikten sonra dönüyor. Bu dönüşe ilke olarak sevindik elbette ... Ama Köpekler Adası'nın bu dönüşe değip değmeyeceği ve belli bir seyirciye ulaşıp ulaşma şansına sahip olup olmadığı çok tartışmalı gözüküyor.

Bir küçük adaya kapanmış, orada beslediği köpeklerle birlikte "münzevi" yaşayan bir kadını ve onunla bir söyleşi yapmak için gelip adada kalan eski ve işsiz bir gazetecinin öyküsünü anlatıyor. Adam, bu garip kadına yaklaşmaya ve onun gerçeğini bulmaya çalışıyor ve onun, bir zamanlar (2530 yıl önce) çok ünlü olan, kendisinin de hayran, biraz da aşık olduğu sanatçı Şükran Açay olduğunu anlaması gecikmiyor.

Şükran Hanım, insanların yalancılığından, iki yüzlülüğünden bıkmış, çok daha iyi dostlar olduğuna inandığı köpeklere adamıştır kendisini... Ama eski yaşamını da tümüyle unutabilmiş değildir: gecelerini, o eski parlak kılıklarını giyip eski plaklarını dinleyerek geçirir. Eski hayatını geride bırakmıştır, ama özlemiyor da değildir anlaşılan ... Bu arada, alkolik gazetecimiz daha sağlıklı bir yaşama başlar ve kadından da yok ettiğimiz doğa, tükettiğimiz balıklar vb. üzerine nutuklar dinlemeye koyulur. Peki sonra? Sonrası yok gibi ... Filmin, başı sonundan belli finali, hiçbir çözüm, hiçbir öneri, hiçbir ders getirmiyor. Aslında belki de filmin erdemi bu: beklendiğinin tersine, temel bir bildiri, yaşamsal bir mesaj getirmemesi, bir tez ileri sürüp onu kanıtlamaya sıvanmaması. ..

Ama bu bir erdem olarak alınsa bile, filmin varlığını doğrulamaya yeterli değil. Sahi, Refiğ bu filmle ne anlatmak istiyor? İnsanların ikiyüzlülüğü, şöhretin geçiciliği, doğayı yok ettiğimiz gibi saptamalar, o denli çok işlene gelmiş ki!... Sırf bunları yeniden söylemek için bir film yapmaya değer mi? Velhasıl kuşkusuz rahat ve temiz bir sinemayla anlatılmış, orta karar biçimmde de oynanmış olan film, sonuç olarak seyirci ilgisini hak etmiyor ve bu ilgiye ulaşma şansı da yok gibi ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 109”

4 Film baştan sona alegori ve imgelerle örülmüş. Biçimsellikten ziyade içerikte yoğunlaşılmış. Oyuncu kadrosunun sadeliği yanı sıra sinema dili. olarak da yalınlık ve sadelik tercih edilmiş. Filmin temasıyla bütünlük arz eden bu sadelik ada, köpekler, çevre ve mekandaki kodlarıyla film çözümlendiğinde filmin derinliği ve evrensel içeriği daha fazla anlam kazanıyor. Kadının kendisini bir kazayla öldürmesinin ardından adaya (yalnızlığa, uzlete, düşsel bir dünyaya) çekilmesi tasavvufun 'ölmeden ölme' düsturunu ayrıca, hiçlikteki varlığı hatırlatıyor. Ada zaten başlı başına protest ve varoluşçu tavırların irdelendiği sinema ve edebiyat örneklerindeki gibi alegorik bir anlam kazanıyor. Bu adanın biçimsel olarak da bir ada olarak seçilmesi bu anlamı değiştirmiyor. Kadının insanların ikiyüzlülüğü, yapmacıklığı, sahteciliği, yalancılığı, sadakatsizliği ve çıkarcılığı gibi yozlaşmış değerlerine karşılık yalnızlığı ve hayvanları seçmesi de modern dünyaya karşı protest bir tavır. Bu da hayatın ve ölümün anlamını içselleştirme ameliyesinde bir şart ve aşama. Hayvanlarla kurduğu gözsel iletişim ise onun iç boyutundaki derinliğin işareti. İnsanın bu çeşit evrensel sorunsallarla baş edebileceği yegane yer doğa ve yalnızlık olsa gerek. Zaten ada tercihi de bu yüzden. Film popüler kültür hayatına da incelikli bir gönderme içeriyor. Kadının bütün o parlak ve alayişli yaşantısı içinde bir türlü kendi olamaması, basının, yardakçıların sürekli özel hayatını kuşatması onu insanlar arasında ulaşılmaz bir adaya mahkum etmiştir. Buna karşılık o bu hayat içinde kendi iç dünyasıyla barışık değildir. Belki de filmin tasavvufi zeminini en iyi ifade eden imgelerden birisi de soru sormama kuralıdır. Çünkü sırra vakıf olmak akıl işi değil, tamamen bir teslimiyet ve gönül işidir. Akıl çoğu zaman olayları bulandırır ve gerçeği perdeler çünkü. Kadın da hal diliyle onun sorularını cevaplar aslında ama, onun soru sormasına izin vermez. Adada kurduğu düşsel, akıl ve şuur ötesi dünya Eşref'i kendiyle hesaplaşmaya, ontolojik varoluş sorunsalını düşünmeye, beninin anlamını, varlığının anlamını düşünmeye iter. Asıl sır budur. Kadının kim olduğunu keşfetmesi ise sadece bu sırrın görünen yüzüdür. Kasabalıların filmdeki tavrı da tezimiz olan mistik yaklaşımı çözümlemeyi destekler mahiyettedir. Ada/dadakiler mistik tavır ve düşünce ile hemhal olan, varlığın sırrını çözmüş, varlığın anlam dünyasını aralamış ve orayla hem dem olanlar, kasabalılar ise genel halk kitlesini, avamı simgeler. Avam ise havasın bu türlü düşünce ve yaşayışlarına karşılık her zaman temkinli ve tedirgin olmuşlardır. Hallaç'ın engin düşünce dünyası içinde büyük anlamlar ifade eden 'Ene'l Hakk' tabirini yanlış yorumlamalarında gösterdikleri tepki gibi. Sına vakıf olanların bunu naehillerin elinde faş etmemeleri gerekir. Eşref bu kuralı çiğner. Sırrın verdiği coşkuyla onu faş eder ve ölür. Köpekler Adası teknik ve görsel yönlerinin ötesinde, hatta çevreci ve doğacı mesajlarının ötesinde senaryodaki bu derinlik ve incelikleri ile gerçekten Halit Refiğ'in hayatının filmi. Film, Refiğ'in ulusalcılıkla başlayan düşünce serüveninin hangi boyutlara evrildiğinin de göstergesi. Oyunculuk olarak Perihan Savaş ve Tanju Gürsu'nun hiç de küçümsenmeyecek bir oyun performansı gösterdiklerini göz ardı etmemek gerekir. Köpekler Adası ulusal ve yerel değerleri çağrıştıran, mistik esintilerle örülü belki Ayşe Şasa'nın ve Sadık Yalsızuçanlar'ın sık sık vurguladıkları 'Rüya Sineması' kavramına yaklaşan bir anlam derinliği barındıran geleneksel kültürle yoğrulmuş bir sinema örneği. (Ercüment Dursun Zaman, 31 Aralık 1996 - 97/98 Türsak Sinema Yıllığı)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder