KÖPEKLER ADASI (1996)
Senaryo ve Yönetmen: Halit
Refiğ, Görüntü Yönetmeni: Çetin Tunca, Sanat Yönetmeni: Yudum Yontan,
Müzik: Melih Kibar, Yapım: Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı
Oyuncular:
Tanju Gürsu, Perihan Savaş, Ekrem Dümer, Mürşit Bağ
Konu: Film, insanın doğayla ilişkisi,
yalnızlık, ölüm korkusu temaları çevresinde gelişir. Eşref, yaşlı, alkolik,
işsiz bir gazetecidir. Mesleğindeki eski parlak günlerine dönebilmek için tek
çareyi, ıssız bir adada köpeklerle birlikte yaşayan gizemli bir kadınla
röportaj yapmakta bulur. Bir yolunu bulup adaya gitmeyi başardığında önce
kadının düşmanca tavırlarıyla karşılaşır. Ancak Eşref'in çaresizliğinden
etkilenen kadın onun adada kalıp köpeklerin bakımında kendisine yardımcı
olmasına izin verir. Eşref, çok geçmeden, gündüzlerini köpeklerin doyurulması
ve bakımıyla geçiren bu esrarengiz kadının geceleri ışıltılı kıyafetler içinde
eşsiz bir sesle şarkı söylediğine tanık olur ve onun kim olduğunu anlar. Bir
zamanlar hayran olduğu, sahnelerin unutulmaz yıldızı Şükran Akay'dır o; yıllar
önce izini kaybettirmiş, çevresindeki insanların iki yüzlülüğünden kaçarak
yaşamını köpeklere adadığı bu adaya sığınmıştır. Giderek kadının büyüsüne
kapılan Eşref, bu arada sağlığını yitirmeye ve geceleri kabuslar görmeye
başlar. Sonunda onun kendisini öldüreceği korkusuyla adadan kaçar. Ne var ki,
köpeklerin havlama sesleri sürekli beyninin içinde yankılanmakta ve onu ölüme
çağırmaktadır. (Türsak Sinema Yıllığı, 97/98)
ÖDÜL:
34.
Antalya Altın Portakal Film Festivali
►Tanju
Gürsu “En iyi erkek oyuncu”
4 Sekiz
yıllık bir aradan ve televizyon çalışmalarından sonra, Refiğ 1997'de 'içinde
gerilim de var, ancak herhangi bir türe girmiyor... Benim sevdiğim, kendi dünya
görüşüm ve sinema anlayışım çerçevesinde bana göre yapmaktan gurur duyduğum'
dediği Köpekler Adası'nı çekti. Film köpeklerle dolu ‘benlik kavgasının
olmadığı' bir adaya inzivaya çekilen eski starlardan Şükran Akay ve alkolik,
çaptan düşmüş gazeteci Eşref'i anlatıyordu.
Yalnız ve toplumdan kopmuş iki
kişinin karşılaşması etrafında yönetmenin, başka ana motifleri yer alır: Ölüm
ve ölüm korkusu, insan (ve hayvan) sevgisi, insanın yalnızlığı, sanatç medya
ilişkisi, kişilik çatışması vb. Refiğ 'Köpekler Adası'nın mikro kozmosuna bir
makro kozmosu sıkıştırmaya çalışmışsa da, film gösterimde olduğu kısa süre
boyunca ilgisizlikle karşılaşır" (Scognomillo, Türk Sinema Tarihi, 1998:
440). “Prof. Dr.Alim Şerif Onaran/Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Türk Sineması”
syf, 107”
4
Film,
popüler kültür hayatına da incelikli bir gönderme içeriyor. Kadının bütün o parlak
ve alayişli yaşantısı içinde bir türlü kendi olamaması, basının, yardakçıların
sürekli özel hayatını kuşatması onu insanlar arasında ulaşılmaz bir adaya
mahkum etmiştir. Buna karşılık o bu hayat içinde kendi iç dünyasıyla barışık
değildir. Belki de filmin tasavvufi zeminini en iyi ifade eden imgelerden
birisi de soru sormama kuralıdır. Çünkü sırra vakıf olmak akıl işi değil,
tamamen bir teslimiyet ve gönül işidir... Film, Refiğ'in ulusalcılıkla başlayan
düşünce serüveninin hangi boyutlara evrildiğinin de göstergesi. Oyunculuk
olarak Perihan Savaş ve Tanju Gürsu'nun hiç de küçümsenmeyecek bir oyun
performansı gösterdiklerini gözardı etmemek gerekir. 'Köpekler Adası' ulusal ve
yerel değerleri çağrıştıran, mistik esintilerle örülü belki Ayşe Şasa'mn ve
Sadık Yalsızuçanlar'ın sık sık vurguladıkları 'Rüya Sineması' kavramına
yaklaşan, bir anlam derinliği barındıran geleneksel kültürle yoğurulmuş bir
sinema örneği" ( Şerif Onaran/Bülent Vardar,.”
Bir küçük adaya kapanmış,
orada beslediği köpeklerle birlikte "münzevi" yaşayan bir kadını ve
onunla bir söyleşi yapmak için gelip adada kalan eski ve işsiz bir gazetecinin
öyküsünü anlatıyor. Adam, bu garip kadına yaklaşmaya ve onun gerçeğini bulmaya
çalışıyor ve onun, bir zamanlar (2530 yıl önce) çok ünlü olan, kendisinin de
hayran, biraz da aşık olduğu sanatçı Şükran Açay olduğunu anlaması gecikmiyor.
Şükran Hanım, insanların yalancılığından,
iki yüzlülüğünden bıkmış, çok daha iyi dostlar olduğuna inandığı köpeklere
adamıştır kendisini... Ama eski yaşamını da tümüyle unutabilmiş değildir:
gecelerini, o eski parlak kılıklarını giyip eski plaklarını dinleyerek geçirir.
Eski hayatını geride bırakmıştır, ama özlemiyor da değildir anlaşılan ... Bu
arada, alkolik gazetecimiz daha sağlıklı bir yaşama başlar ve kadından da yok
ettiğimiz doğa, tükettiğimiz balıklar vb. üzerine nutuklar dinlemeye koyulur.
Peki sonra? Sonrası yok gibi ... Filmin, başı sonundan belli finali, hiçbir
çözüm, hiçbir öneri, hiçbir ders getirmiyor. Aslında belki de filmin erdemi bu:
beklendiğinin tersine, temel bir bildiri, yaşamsal bir mesaj getirmemesi, bir
tez ileri sürüp onu kanıtlamaya sıvanmaması. ..
Ama bu bir erdem olarak alınsa bile, filmin varlığını doğrulamaya
yeterli değil. Sahi, Refiğ bu filmle ne anlatmak istiyor? İnsanların
ikiyüzlülüğü, şöhretin geçiciliği, doğayı yok ettiğimiz gibi saptamalar, o
denli çok işlene gelmiş ki!... Sırf bunları yeniden söylemek için bir film
yapmaya değer mi? Velhasıl kuşkusuz rahat ve temiz bir sinemayla anlatılmış,
orta karar biçimmde de oynanmış olan film, sonuç olarak seyirci ilgisini hak
etmiyor ve bu ilgiye ulaşma şansı da yok gibi ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızda
Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 109”
4
Film
baştan sona alegori ve imgelerle örülmüş. Biçimsellikten ziyade içerikte
yoğunlaşılmış. Oyuncu kadrosunun sadeliği yanı sıra sinema dili. olarak da
yalınlık ve sadelik tercih edilmiş. Filmin temasıyla bütünlük arz eden bu
sadelik ada, köpekler, çevre ve mekandaki kodlarıyla film çözümlendiğinde
filmin derinliği ve evrensel içeriği daha fazla anlam kazanıyor. Kadının
kendisini bir kazayla öldürmesinin ardından adaya (yalnızlığa, uzlete, düşsel
bir dünyaya) çekilmesi tasavvufun 'ölmeden ölme' düsturunu ayrıca, hiçlikteki
varlığı hatırlatıyor. Ada zaten başlı başına protest ve varoluşçu tavırların
irdelendiği sinema ve edebiyat örneklerindeki gibi alegorik bir anlam
kazanıyor. Bu adanın biçimsel olarak da bir ada olarak seçilmesi bu anlamı
değiştirmiyor. Kadının insanların ikiyüzlülüğü, yapmacıklığı, sahteciliği,
yalancılığı, sadakatsizliği ve çıkarcılığı gibi yozlaşmış değerlerine karşılık
yalnızlığı ve hayvanları seçmesi de modern dünyaya karşı protest bir tavır. Bu
da hayatın ve ölümün anlamını içselleştirme ameliyesinde bir şart ve aşama.
Hayvanlarla kurduğu gözsel iletişim ise onun iç boyutundaki derinliğin işareti.
İnsanın bu çeşit evrensel sorunsallarla baş edebileceği yegane yer doğa ve
yalnızlık olsa gerek. Zaten ada tercihi de bu yüzden. Film popüler kültür
hayatına da incelikli bir gönderme içeriyor. Kadının bütün o parlak ve alayişli
yaşantısı içinde bir türlü kendi olamaması, basının, yardakçıların sürekli özel
hayatını kuşatması onu insanlar arasında ulaşılmaz bir adaya mahkum etmiştir.
Buna karşılık o bu hayat içinde kendi iç dünyasıyla barışık değildir. Belki de
filmin tasavvufi zeminini en iyi ifade eden imgelerden birisi de soru sormama
kuralıdır. Çünkü sırra vakıf olmak akıl işi değil, tamamen bir teslimiyet ve
gönül işidir. Akıl çoğu zaman olayları bulandırır ve gerçeği perdeler çünkü.
Kadın da hal diliyle onun sorularını cevaplar aslında ama, onun soru sormasına
izin vermez. Adada kurduğu düşsel, akıl ve şuur ötesi dünya Eşref'i kendiyle
hesaplaşmaya, ontolojik varoluş sorunsalını düşünmeye, beninin anlamını,
varlığının anlamını düşünmeye iter. Asıl sır budur. Kadının kim olduğunu
keşfetmesi ise sadece bu sırrın görünen yüzüdür. Kasabalıların filmdeki tavrı
da tezimiz olan mistik yaklaşımı çözümlemeyi destekler mahiyettedir.
Ada/dadakiler mistik tavır ve düşünce ile hemhal olan, varlığın sırrını çözmüş,
varlığın anlam dünyasını aralamış ve orayla hem dem olanlar, kasabalılar ise
genel halk kitlesini, avamı simgeler. Avam ise havasın bu türlü düşünce ve
yaşayışlarına karşılık her zaman temkinli ve tedirgin olmuşlardır. Hallaç'ın
engin düşünce dünyası içinde büyük anlamlar ifade eden 'Ene'l Hakk' tabirini
yanlış yorumlamalarında gösterdikleri tepki gibi. Sına vakıf olanların bunu
naehillerin elinde faş etmemeleri gerekir. Eşref bu kuralı çiğner. Sırrın
verdiği coşkuyla onu faş eder ve ölür. Köpekler Adası teknik ve görsel
yönlerinin ötesinde, hatta çevreci ve doğacı mesajlarının ötesinde senaryodaki
bu derinlik ve incelikleri ile gerçekten Halit Refiğ'in hayatının filmi. Film,
Refiğ'in ulusalcılıkla başlayan düşünce serüveninin hangi boyutlara
evrildiğinin de göstergesi. Oyunculuk olarak Perihan Savaş ve Tanju Gürsu'nun
hiç de küçümsenmeyecek bir oyun performansı gösterdiklerini göz ardı etmemek
gerekir. Köpekler Adası ulusal ve yerel değerleri çağrıştıran, mistik
esintilerle örülü belki Ayşe Şasa'nın ve Sadık Yalsızuçanlar'ın sık sık
vurguladıkları 'Rüya Sineması' kavramına yaklaşan bir anlam derinliği
barındıran geleneksel kültürle yoğrulmuş bir sinema örneği. (Ercüment Dursun
Zaman, 31 Aralık 1996 - 97/98 Türsak Sinema Yıllığı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder