MEKTUP (1996)
Senaryo ve
Yönetmen: Ali
Özgentürk, Kamera Mirsad Herovic, Müzik: Hasan Cihat Örter,
Anouar Brahem, Yapım: Asya Film /Ali Özgentürk Filma Cass’ın işbirliği
ile Ortak Yapımcılar Etamp Film (Çek Cumhuriyeti) Zebra Film (Polonya) Montaj:
Andrija Zafranovic, Türkçe Şarkılar: Erkan Oğur, Seslendirenler: Tilbe
Saran, Cüneyt Türel, Levent Dönmez, Senaryo yardımcısı: Sadık karlı, Yapım
Genel Koordinatörü: Leyla Özalp, Yapım müdürü: Sabahattin Gündüz, Yapım
asistanı: Rüya Arabacı, Montaj yardımcısı: Mustafa Preşova, Ses
Tasarım: Ender Akay, Laboratuar: Yusuf Z. Özbek, Ses Mühendisi: Nail
Yılmaz, Miksaj: Yaylan Oğuz, Jenerik: Hilmi Güver, Yönetmen
Yardımcısı: Özkan Tekin, 1. Kamera Ast.: Albercht Siberberger, 2. Kamera
Ast.: Alper Deril, Yapım Görevlileri: Esi Gülce, Burak
Bakkalbaşıoğlu, Yolunay Türköz, Kostüm Sorumlusu: Sevil Nursan, Kostüm
çalışanları: İ. Hakkı Başlan, Elif Traşçıoğlu, Işık Şefi: A. Haydar
Tuna, Işık Teknisyeni: Derya Bal, Uğur Kaplan, Temel kaynak, Set
Teknsiyenleri: Hikmet Palabıyık, İsmail Keskin, İbrahim Gülen, Set
Asistanı: Haldun Çıvgıner, Set Fotoğrafçısı: Gül Süzgen, Makyöz: Belgin
Ömürbağ, Eurimages, Kültür Bakanlığı ve Efes Pilsen Katkılarıyla)
Oyuncular: Tarık Akan,
Zişan Uğurlu, Ahmet Mekin, Nail Çakırhan, Necdet Mahri Ayral, Alev Emre, Suna
Selen, Erol Demiröz, Güler Ökten, Arif Keskiner, Aytaç Yörükaslan, Köklükaya,
Aslı Bülbül, İhsan Bilsev, Jessica Chambell, Mazlum Kiper, Hakan Güneri, Şebnem
Köstemi, Aslı Kaspoğlu, Naci Taşdöğen, Arif Keskiner, Olga Aykın Bekova, Maria
Kalyuk,, Selahattin Duman, Konuk Oyuncu : Cüneyt Gökçer
Konu:
Ragıp (Tarık Akan) küçük yaşta ülkesinden ayrılmış, annesiyle birlikte
Amerika'ya yerleşmiştir. Orada iyi bir eğitim alır, evlenir nükleer fizik
alanında kısa sürede önemli bir yere gelir. Görünürde her şeyi elde etmiştir,
ama yaşamında bir şeylerin eksikliğini hisseder. Yılların ardından Türkiye'ye
döner ve ölü olduğunu sandığı babasının hayatına ait izleri genç bir rehber
kızla Zişan Uğurlu) birlikte aramaya başlar. Öğrendiği tüm bilgiler, önceleri
ona eğlendirici gibi gözükür. Hiç tanımadığı ülkesinde yaşadığı serüvenler onun
için çok ilgi çekicidir. Ragıp, yaşadığı bu kaosun içinde, kendisine rehberlik
yapan genç kıza aşık olur. Öte yandan babasının sahte bir cenaze töreni
düzenlettirip ortadan kaybolduğunu, gerçekte hala yaşamakta olduğunu öğrenir.
Babasının görkemli hayatını keşfederken kendi yaşamının anlamsızlığını fark
eder ve bu da onu kendisini ve yaşamını sorgulamaya yöneltir. Babasını arama
yolculuğu giderek kendi kimliğini bulma serüvenine dönüşür.
Ceylan,
bu filmde öykünün, mekanın, kahramanların sahiciliğiliğiyle ve kendi
mikrokozosunu oluşturmada gösterdiği ustalıkla Türkiye' için sıradışı ve özgün
bir çıkış yaptı. Ayrıca,
tamamen bağımsız üretim koşullarını yaratmadaki becerisi, sinema sanatının
teknik aşamalarına hakimiyetiyle mükemmel görüntüler yaratma yeteneği de, bu
ilk filmde, Ceylan'ın başarısının temel koşulları olarak hemen göze çarpıyordu.
(Necla Algan “Antrakt Sinema Dergisi Aralık 2003Ocak 2004 Sayı: 7576)
4 Belgesel
tadında bir sinema, doğanın yakından gözlerni, bir ailenin bireylerinin
özellikle doğayla ilişkileri çerçevesine oturtulmuş ve özenli bir senaryoyla
pekiştirilmiş canlandırıllma çabası. ..
Bu
aksiyon, şiddet, cinsellik ve özel efekt çağında, filmlerini yazan, yöneten,
çeken ve de aile bireylerinin katkısıyla gerçekleştiren Nuri Bilge Ceylan, tam
anlamıyla zanatsal bir iş yapıyor, amatörlüğü en iyi anlamında sürdürüyor. Ama
bu, onun sinemasının görüntü kaalitesi, çerçeveleme özellikleri, ödünsüz bir
belgesel tavır gibi konularda olduğu kadar, oyuncu yönetimi, müzik kullanımı,
seslendirme alanlarında da oldukça profesyonel olmasını engellemiyor.
Peki ama, Kasaba'dan geriye ne
kalıyor? Film, özellikle doğayla ilişki bölümlerinde çok başarılı. Çocukların
orman gezisi, kuşlarla veya bir kaplumbağayla kurdukları ilişkiler çok
etkileyici. Asılmış ıslak çoraplardan kızgın demir soba üzerine düşen
damlacıkların görüntüsü de ...
Ama iş insan tasvirine, aile bireylerinin
konuşmalarına gelince, film biraz duraklıyor. Kuşak
farklılıklarını veya kültür farklılıklarını, kasabalı veya kentli olmanın
uyuşmazlığını yansıtan uzun konuşmalar, seyırcı ıçın, gerçek bir ilginçik
taşımıyor: Yine de Kasaba kendıne ozgu bır sınemayı ınatla gerçekleştiren,
tanıdığı insanları ve insandoğa ilişkisini yansıtmayı amaç bellemiş bir
sinernacının, kalabalık içinde bir yalnız şövalye olmayı seçen bir sanatçının
serüveni olarak, has sinemaseverlerce görülmeli. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda
Çöküş ve Rönesans Yılları” syf,105”
Mektup, daha senaryo aşamasında kendisini başarısızlığa mahkum
etmiş. Asıl hikayeyi adeta saklayarak, onda yatan dramı en alt ölçülere
indirerek, onun yerine hiçbir biçimde ilgimizi çekmeyen bir sürü saçma sapan
şeyi art arda dizerek ... Bu filmi sinema öğrencileri için "bir hikaye
sinemada nasıl anlatılamaz?" temalı bir derse konu etmek mümkün! ...
Ali Özgentürk, hikayenin asıl dramatik
yapısını hiçe sayarak, daha doğrusu yok ederek, onun yerine varoluşçu bir
kadınerkek ilişkisini ve sinemada çok görüle gelmiş, kayıp birini aramanın
içerdiği psikolojik gerilimi getirmeyi denemiş. Ne var ki bunu da başaramamış.
Filmdeki iki kadın erkek ilişkisi, yani Ragıp'ın rehber kızla ve de ABD' den
gelen karısıyla olan ilişkileri, tam anlamıyla yapay ve iğreti duruyor, hiçbir
anlarında belli bir içtenlik ve inandırıcılık kazanamıyor. Hele Cüneyt Türel'in
sesiyle okul İngilizcesiyle konuşan bir Tarık Akan (yıllardır Amerika'da olan
bir Türk, daha inandırıcı bir İngilizce, daha doğrusu Amerikanca konuşmalıydı)
ve filme sadece baldırlarını sergilemesi için konduğu izlenimini veren o
yabancı hatun arasındaki ilişkiler, yine sinema derslerinde yapaylık örneği olarak
gösterilebilecek düzeyde ...
Ali Özgentürk, filmin yok edilen dramatik
yapısının yerine bir de bol bol şiirsel sözler getirmeyi denemiş. Onun
filmlerinde hep var olagelmiştir bu ...
Ama daha organik biçimde,
öyküye yedirilerek, dramatik yapının önüne sanki bir engel gibi çıkarılmadan...
Sinemada şiir ayrı bir konudur, ayrı bir beceridir; şiirsel sözler etmekle
sağlanmaz, kendine özgü bir görsellikle elde edilir. Sinema şiir ilişkilerine
örnek gösterilen birçok klasik filmde böyledir.
Oysa Mektup'ta sürekli edilen
(ve filmin gazete ilanlarına da yansıyan) o şiirsel sözler, burada neredeyse
dramatik yapıyı zedeliyor. Yok edilen veya yok sayılan asıl hikayenin yerine
konmaya çalışılan bu sözler, sinemanın hiç affetmediği bir şeyi, gereksiz ve
boş laf kalabalığını çağrıştırıyor. O güzelim entrika, o sonsuz olasılıklara
açık hikaye, sanki acemi bir şairin şiir yazıp söyleme tutkusuna feda ediliyor.
Mektup, benim için ciddi ve acı bir düş
kırıklığı oldu. Belki en iyi filmlerini Hazal ve At’la işin başında veren Ali
Özgentürk, belli bocalamalardan sonra Çıplak’la hiç olmazsa düşsel ve
gerçeküstücü bir dünya kurmayı başarmıştı. Bu filmle bence tüm yapıtının
gerisine düşüyor ve başta da dediğim gibi, bir hikayeyi anlatamamanın tüm
sıkıntısını yaşıyor, bize da yaşatıyor. Yazık ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızda
çöküş ve Rönesans yılları”, syf, 117”
4 Mektup, yıllar
önce İtalya'da gördüğüm. Bernardo Bertolucci'nin efsanevi bir devrim kahramanı
olan solcu babasının peşine düşmüş bir gencin sancılı arayış sürecini işleyen,
güzelim 'Örümceğin Stratejisi' adlı 1980 yapımı filmini anımsattı bana.
Babasını arayışının, kendisiyle ve ülkesiyle yakınlaşıp yoğunlaşan bir ilişkiye
dönüştüğü Ragıp'ın öyküsü aracılığıyla, ülkemizin yakın tarihinin 1940'lı
yıllardan günümüze kadar süregelen dönemlerinin fonunu oluşturduğu bir arayış
serüvenini hikaye ederken genelde ele aldığı zengin malzemeyi yeterince
değerlendirip işlemekte yaya kalıyor 'Mektup'. Bir dizi yeniden canlandırılan
geriye dönüş, anı ve tanıklıklarla kurulmuş filmde, duygularını, düşüncelerini,
kaygılarını, umutlarını, beklentilerini yansıtamayan karakterlerinin seçiminden
olayların işlenişine, 'Nükleer enerjiye karşı mısın?' 'Dondurulmuş yiyecekler
gibi yaşıyoruz', 'Her insan bir ormandır' v.b. gibisinden kitabi
diyaloglarından mekan seçimine ve teknik (özellikle ses) yetersizliklerine
kadar hep bir olmamışlık duygusu seyircinin yakasını hiç bırakmıyor. 193040'lar
döneminde, ülkemizde çoğu yaşanmış, acı gerçekIere dayanan deneyim ve gözlemler
üzerine oturtulmuş, sağlam bir malzemeden yola çıkan yönetmen Ali Özgentürk'ün
afralı tafralı mizansen oyunlarına yüz vermeyip yer yer ölçülü, kişisel ama
ağır aksak, tutuk bir uslup tutturduğu 'Mektup', sonuçta gitgide tekdüzeleşerek
bir takım kalıp tipler ve olayların bir araya getirildiği, başlangıçta vaat
ettiklerini sonunda yerine getiremeyen, ağır aksak tempolu, tutuk ve özenti bir
film olmaktan öteye geçemiyor. .. Ali Özgentürk'ün' At'dan beri lokomotif
olarak filmlerinde kullandığı Güler Ökten'in acılı kadını ya da çenesi düşük
taksi şoförü gibi yan tiplerle renklendirdiği 'Mektup'un, Emir Kustirica'mn
kameramanlarından Mirsad Herovic tarafından çekilmiş başarılı görüntülerine ise
diyecek yok... 'Mektup', 1980'den bu yana sinemamıza 'Hazal' ve 'At' gibi ödül
rekortmeni, başarılı filmler armağan etmiş olan yönetmen Ali Özgentürk'ün
filmografisinde, derdini pek anlatamayan, havada kalmış, özenti bir çalışma
olmaktan ileriye gidemeyen bir film izlenimi bıraktı bizde" (Çapan,
Cumhuriyet, 03.10.1997),
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder