GÜNEŞE YOLCULUK (1998)
Senaryo ve Yönetmen:
Yeşim Ustaoğlu Görüntü Yönetmeni: Jacek Petryeki, Müzik:
Vlatok Strefanovski, Yapım: İstisnai Filmler/Yeşim Ustaoğlu, Ezel
Akay (TürkAlmanHollanda Ortay Yapımı) Yönetmen Yardımcısı: Kazım Öz,
Tunç Davut, Kurgu: Nicolas Gester, Sanat Yönetmeni: Natali Yeres,
Ses: Svetolik Mica Zajs, Dolly Operatörü: Ufuk Kayar, Işık
Şefi: Nezir Yücel, Kurgu: Nikolas Gaster, Yapım: Production İFR
Dünya Hakları, Eurimages’in
katkılarıyla
Oyuncular: Nevruz Bar
(Mehmet), Nazmi Kırık (Berzan), Mizgin Kapazan (Arzu), Ara Gül (Süleyman Bey),
Ercüment Balakoğlu, İsmail Yıldız
Konu: Şafak vakti, Eminönü'nde, Galata
köprüsünde gün yeni başlarken, tatlı satıcısı Kürt bir genç, kaset satan
arkadaşı Berzan'la selamlaşır. Bir müşteri Koma Ahmet'in kasetini sorar. Mehmet
Kara adında bir gençle, orta yaşlı bir adam denizi gören sokaklardan birinde
kazacakları yeri tespit etmeye çalışmaktadırlar. Sular idaresinde delik
boruları tespit etmek için çalışan Mehmet, kız arkadaşıyla tramvay durağında
buluşur. Elindeki dinleme cihazı gibi boruyu raylara dayayarak tramvayın gelmek
üzere olduğunu kıza söyler. Mehmet, genç kızdan ayrıldıktan sonra hem kahve hem
berber dükkanı olan bir mekana gelir. İçerisi kalabalıktır ve insanlar milli
maç seyretmektedirler. Maçı Türkiye'nin kazanmasıyla kalabalık coşkuyla
sokaklara fırlar. Kalabalık yoldan geçen bir arabayı durdurarak arabayı tahrip
etmeye ve kendilerini engellemeye çalışanları da, Kürt oldukları için dövmeye
kalkışır. Mehmet ve dövülmesine karşı çıktığı Berzan, bir apartmanın içine
sığınırlar. Berzan ve Mehmet arkadaş olurlar. Mehmet, Berzan'a Tire'li olduğu
söyler. Mehmet başka gençlerle paylaştığı odada televizyonunu tamir ederken,
bozuk olan görüntü düzeldiğinde, ekrana bir cezaevi görüntüsü gelir. Tutuklular
açlık grevi yapmaktadırlar. Polis, tutuklu yakınlarına ve göstericilere
müdahale etmektedir. Mehmet göstericilerin arasında Berzan'ı görür. Mehmet,
Berzan'la kaset sattığı Eminönü'nde buluşur. Berzan ona bir kaset hediye eder.
Birlikte dolaşırlarken Berzan, Mehmet' e Zorduç' dan geldiğini söyler. Zorduç,
Irak sınırına yakın bir yerdedir. Berzan'ın babasını, bir gün eve baskın
yaparak götürmüşlerdir. Berzan o günden beri babasından heber alamamış ve sonra
İstanbul'a gelmiştir. Berzan, sevgilisi Şirvan'ın fotoğrafını Mehmet'e
gösterir. Mehmet'de sevgilisi Arzu'dan bahseder Arzu bir çamaşırhanede
çalışmaktadır. Arzu ve çamaşırhanede çalışan Semra sürekli gazete kuponu
biriktirmektedirler. Arzu ve Mehmet birlikte gezmeye gittikleri bir gün genç
kız Mehmet'e, Almanya'da doğduğunu söyler. Mehmet, Arzu'dan ayrıldıktan sonra
minibüsle dönerken, polisler kimlik kontrolü için aracı durdururlar. Daha önce
Mehmet'in yanına oturan genç, polisleri uzaktan görünce minübüsü durdurarak
inmiştir. Gencin koltukta bıraktığı çantanın içinde polis bir silah bulmuştur.
Mehmet'i merkeze sorgulamaya götüren polisler su kaçaklarını dinlemede kullandığı
tüvüt isimli borunun ne olduğunu anlamaya çalışırlar. Diğer yandan, kökenine
ilişkin sorular sorarlar. Polisler Mehmet'in oldukça esmer olmasından dolayı,
Tire'li olduğuna inanmamışlardır. Mehmet nezarete konulur. Polisler Berzan'ı da
aramaya başlarlar. Bu arada Berzan, Arzu'yu bulur. İkisi birlikte Mehmet'in
durumu hakkında araştırma yapmaya başlarlar. Mehmet içeride dövüldükten sonra
serbest bırakılmıştır. Mehmet'in kaldığı odanın kapısına kocaman bir çarpı
işareti çizilmiştir. Arkadaşlarına göre bu işaret, hepsinin başının belada
olduğu anlamına gelmektedir. Mehmet odayı terk etmek zorunda kalır. Berzan,
Urfa’ya giden bir otobüste muavin olarak çalışmaya başlamıştır. Mehmet ise,
Sular İdaresi'ndeki işinden çıkarılır. Mehmet, Berzan'ı otogarda bulur ve
birlikte kalmaya başlarlar. Mehmet, Berzan'ın yardımıyla bir otoparkda iş
bulur.
Bu arada ölüm oruçlarının 65'nci gününde
cezaevinde ölen Şafak Güney'in cenazesini amaya giden kalabalığın arasındaki
Berzan, çıkan arbedede başına aldığı darbelerle beyin kanamasından ölür. Mehmet
saçlarını sarıya boyayarak, Arzu'yla Berzan'ın cenazesini almaya gider.
Morgdaki görevliyi rüşvetle karışık ikna ederler. Daha önce çalıştığı
otoparktan bir kamyonet çalan Mehmet, cenazeyi Zorduç'a götürmek için yola
çıkar. Mehmet yolda arabası bozulunca, bir minibüsle yola devam eder. Yolda bir
kasabada otelde kalır. Uyandığında camdan dıışarı bakınca, caddelerdeki
tankları görür. Mehmet yola trenle devam ederken, Tire'li olan ve askerliğini
yapmakta olan bir gençle tanışır. Ona kendisini Zorguç'lu diye tanıştırır ve
Tire'li Mehmet Kara isminde bir arkadaşı olduğunu söyler. Berzan'ın cesedini
Zorduç'a getiren Mehmet, Zorduç'un sular altında kaldığını görür. Mehmet,
Berzan'ın tabutunu suya bırakır. “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent
Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf,188”
ÖDÜL
18.
Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde (1999):
►"En
iyi film" ve "en iyi yönetmen"
(Jüri
Üyeleri: Orhan Aksoy (Bşk.), Zafer
Doğan, Tuna Erdem, Dan Fainaru, Gülsen Tuncer),
Sinema
Eleştirmenleri Derneği (Fipresci)
►"En
iyi film" ödülü
2.
Ankara Film Festivali'nde (1999):
►"en
iyi fIlm",
►"en
iyi yönetmen",
►"en
iyi senaryo"
►Mizgin
Kapaza “Umut veren kadın oyuncu
(Jüri
Üyeleri: Agah Özgüç, Ayla Kutlu, Memet Baydur, Cameron Bearson, Necmettin
Varlı)
2.
Sadri Alışık Sinema ve Tiyatro Ödülleri (1999)
►Mizgin Kapazan "en iyi
yardımcı kadın oyuncu
"44. Uluslararası Vallaloid Film
Festivali"nde (1999):
► “Gerçeği kuvvetli bir sinema diliyle
anlatabilme başarısı" gerekçesiyle "Jüri Özel Ödülü"
John Templeton Avrupa
Film Ödülü (1999):
►"yüksek
sanatsal değeri olan hem de seyredenleri sosyal değerler konusunda daha duyarlı
olmaya yöneltmesi" gerekçesiyle" "en iyi Avrupa Filmi"
49.
Uluslararası Berlin Film Festivali'nde (1999):
"
►Mavi
Melek ÖdüıÜ"
7.
(Çasod) Çağdaş Sinema Oyuncuları Derrneği'nin 19992000 sezonu seçiminde:
►Mizgin
Kapazan "en iyi yardımcı kadın oyunncu",
►Jacek Petrycki "en iyi görüntü yönetmeni"
► Viatko Stefenovski "en iyi
müzik
2.
Orhon Murat Arıburnu Ödülleri (1999) seçiminde:
►"Mahmut Tali Öngören
Özel Jüri Film Ödülü"
&
Güneşe Yolculuk" hiçbir etki altında kalmadan açıkça söyleyeyim, bana
beklediğimi vermedi. "Sürü" ve "Yol" gibi filmlerden sonra
bir "Güneşe Yolculuk" tatmin etmiyor insanı, Üstelik bu filmde
Türk Kürt dostluğunun oldukça idealist bir biçimde ele alınması ve gerçekIere
ters bir öykü anlatılması beni oldukça rahatsız etti. Bilmiyorum, İstanbul'da
Kürtlerin oturduğu evlere kırmızı bir çaprazla (Hitlerin Yahudi evlerine
yaptığı gibi) işaretleniyor mu? Ben duymadım, okumadım. Bir tarafın çok 'iyi',
çok duygulu ve dost, diğer tarafın ise bu dostluğu ezmek, yok etmek isteyen
'düşman' olarak gösterilmesi bana çok yüzeysel geldi. "Güneşe
Yolculuk" politik mesajı olan bir film. Kürtlere yapılan baskıları
Türk Kürt dostluğuyla dile getirmek istiyor. Çok güzel. Ama film gerçekçi
olamıyor ve yer yer romantik sahnelerle bu gerçek dışılığın kurbanı oluyor.
Film Alman basınında büyük ilgi görmedi. (Güner Yüreklik (Berlin), Cumhuriyet
G., 21 Şubat 1999) 'kardeşlik' mesajı
falan vermiyor "Güneşe Yolculuk". Ezilenlerin hep birlikte 'en
ezilen'in kimliğine bürünmesinden başka çözümün olmadığını savunuyor. 'Ben de
zenciyim', 'Ben de çingeneyim', 'Ben de eşcinselim' gibi 'Ben de Kürdüm'
denmesini öneriyor. Bu 'bilince' erişmemiş 'alt tabaka' ise sağa sola saldıran
milliyetçi futbol fanatikleri ya da gözaltından çıkan Mehmet'i kovan oda
arkadaşlarından ibaret gösteriliyor filmde. Kürtlerin kapılarına çekilen
kırmızı çarpı işaretleri var bir de ... Yaşanan onca şey onca 'karıştırıcı
parmağa' karşın, Türklerle Kürtlerin bir türlü boğaz boğaza getirilmediği
düşünülürse, bu toprakların değil, yalnızca filmdeki vehametin sembolü olmaktan
başka anlam taşımıyor bu işaretler ... Godard, 'Ne yapmalı?' başlıklı
makalesinde 'Politik filmler yapmalıyız' ve 'Politik yöntemle filmler
yapmalıyız' diyerek iki farklı önerme atar ortaya. 'Politik Film' yapmak,
idealist ve metafizik bir dünya görüşüyle ilgilidir ve burjuvazinin safında
kalmaktır ünlü yönetmene göre. 'Politik yöntemle yapılan filmi ise Marksizm ve
diyalektikle ilgili olup emekçilerin yanında yer almaktır... Bence “Güneşe
Yolculuk”, Godard'ın deyimiyle yallnızca iyi bir politik film olmaktan öteye
gidemiyor. Örneğin Yılmaz Güney'in Yol'u arasındaki en büyük fark da bu. (Tunca
Arslan, Radikal G., 07 Mart 2000)
4
Bir
filmi unutulmaz kılan nedir? Bu soru çok sorulmuştur, ben de kendi kendime
sormuşumdur. Genç yönetmen Yeşim Ustaoğlu'nun Güneşe Yolculuk'unu izledikten
günler sonra etkisinden kurtulamadığımı ve üzerinde düşündüğümü fark ettim.
Başarısı bir yana, film en azından unutulmazlar arasına girmişti, benim için...
Acaba neden? Eminönü meydanında, sabahın köründe tüm çevreyi, adeta tüm
İstanbul'u kaplayan (ve yönetmenin belgeci geçmişine tanıklık eden) görkemli
bir başlangıçla açılan ve Doğu Anadolu' da kayıp bir yörede sulara verilen bir
tabut gibi bir başka görkemli sinema bölümüyle noktalanan film, bu iki bölüm
arasında neler neler anlatmıyordu ... Çağdaş İstanbul'un en yoksul ve şüpheli
semtleri fonu önünde yaşanan olağanüstü bir arkadaşlığın öyküsüydü bu... Aşırı esmerliği
nedeniyle Egeli olduğuna kimseyi inandıramayan Tireli Mehmet ile kayıp bir Doğu
köyünden gelmiş Kürt genci Berzan'ın dostluğu ...
Bu dostluk, etnik ayrımcılığın
bir ayrıkotu gibi insanların arasına sızdırıldığı bir ülkede, polisin, copun,
sorgu sualin egemen olduğu bir baskı atmosferinde filizleniyor, farklı
dünyalardan gelen, ama toplumun en alt kesimlerine itilmişlikte birleşen iki
gencin kaderini aynı potada eritiyordu.
Güneşe Yolculuk bir yol filmiydi aynı zamanda
... İki kahramanımız ülkenin en acı gerçeklerine doğru hüzünlü bir yolculuğu
birlikte gerçekleştirirken, daha sonra bu, birinin öbürünü kendi toprağına
teslim etmek üzere giriştiği daha da acı bir yolculuğa dönüşüyordu.
Güneşe Yolculuk, tıpkı bir rastlantı
sonucu üst üste izlediğimiz Yol filmi gibi, seyircisinin yüzüne bir şamar gibi
çarpan ülke gerçeklerini içeriyordu. Süre giden bir savaşın sillesini yiyen
aslında sıradan insanlar, farklılıkları yüzlerine çarpılan şüpheli damgası
yemiş bir ırk, bu ülkede yüzyıllarca birlikte yaşamış insanları düşman haline
getiren basiretsiz politikaların ve gündelik uygulamaların acı sonuçları ...
Ama, tıpkı yine Yol gibi, dayanılmaz bir insan sevgisi ve bundan fışkıran bir
hümanizma içeriyordu film ... En acılı, en çaresiz anlarında bile birbirlerine
destek olan arkadaşlar, sevginin gerçek anlamını hayatın örsünde sınayan
gencecik aşıklar, sevgi ve dostluk için göze alınan inanılmaz özveriler...
Yaşamı yaşamaya değer kılan her şey, kısacası. ..
Güneşe Yolculuk, kişilerini
unutulmaz kılan, önemli şeyler söyleyen, ustaca anlatılmış bir fılm,
Türkiye'nin bağrından yükselen çağdaş ve sanatsal b ir çığlık. "Güneşe
Yolculuk" üzerine Ek Düşünceler :
Yeşim
Ustaoğlu'nun Berlin 99'da resmi yarışmaya kabul edilip iki yan ödül kazanan,
İstanbul 1999 Eczacıbaşı yarışmasında en iyi film ve yönetmen olarak ödül
aldığı gibi, FIPRESCI ve Hürriyet gazetesi halk ödüllerini de alan ve sayısız
festivalde gösterilen filmi Güneşe Yolculuk, sonunda (2000) ülkesinde gösterime
giriyor. Artık zamanıydı! ...
Özel
bir gösteride izledikten sonra Berlin' de de gördüğüm film için o zaman bir
eleştiri yazmıştım. Bu yazımda kimi farklı noktalara değinmek istiyorum. Öncelikle sevgili
Yeşim'in beni nasıl şaşırtttığını belirtmek isterim. Başarılı kısa filmlerinde
ve ülkemizde gösterime girmeyen İZ adlı çok ilginç karafilm denemesinde genelde
soyut bir anlatımı seçen Ustaoğlu, daha ikinci filminde nasıl olup da böylesine
somut bir konunun, hem de değme erkek yönetmenin el atmaya cesaret edemediği,
ülkemiz için yaşamsal bir konunun peşine düşmüş? Bravo ...
Ama
küçük kadın Ustaoğlu, insanı şaşırtacak kadar yürekli olduğu gibi, şaşırtacak
kadar da iyi yönetmen ... Daha ilk sekanslardan, bir şafak vakti Eminönü
meydanındaki insan kargaşasına göz attığı sahnelerden başlayarak, belgecilik ve
kısa filmcilik yapmış olmanın meyvelerini topluyor. Ve bize çok iyi bildiğimiz
bir kenti, bir semti, onun küçük ve sıradan insanlarını çok farklı açılardan
göstermeyi başarıyor.
Ülkemizi
saran ve mutlaka dış güçlerden destek alan Güneydoğu ve Kürt sorununa dolaylı
olarak siyasal yönden yaklaşıyor Yeşim... Ön planda dolaysız olarak gösterdiği
ise, bir Türk ve bir Kürt gencinin İstanbul'un çetin yaşam koşullarında
başlayıp Doğu'ya dek süren inanılmaz arkadaşlığı ve yolculuğu ...
Film
belki senaryosundaki kimi naif yanlar için eleştirilebilir, Tireli Mehmet'i
Zorduçlu Berzan'a bağlayan arkadaşlığın inandırıcılığı söz konusu edilebilir.
Ya da olayların düşman haline getirdiği iki halk arasındaki ilişkilerin
"Kürtlerin kapılarına işaret koymaya" dek varıp varmadığı
tartışılabilir.
Ancak filmin genel düzeyi
yanında bunlar ayrıntı gibi kalıyor. Ustaoğlu bize işlek ve akıcı bir
sinemayla, ırklar ve halklar arasındaki dostluğu ve bunun önemini vurgulayan
bir barış türküsü sunuyor. Genç ve amatör oyuncularından azami sonucu elde
ederek, fılmine iddiialı olmayan, ama doğru ve haklı bir politik mesaj
yükleyerek ...
Ama en önemlisi elbette sinema, sinema
sanatı. Ve onun kendine özgü tadı. Bunlardan yoksun olan hangi film başarılı
olabilir? Ustaoğlu da filminin tümüne sinmiş sinema duygusuyla, asıl' burada
başarısını kanıtlıyor. Yine de, açılış bölümü ve finalde, Angelopoulos'un
filmlerindeki o unutulmaz görselliği çağrıştıran sular altındaki köy
bölümlerine özel birer bravo!...
Hoş geldin Güneşe Yolculuk.
Seni bekliyorduk. Umarım Türk seyircisi de bu randevuya ilgi gösterir.
& Güneşe
Yolculuk, ülkemizin kanayan sorunlarından biri üzerine, çok belirgin bir öykü
anlatmadan, salt belli insanların yaşamları üzerine yoğunlaşmalarla yaptığı
genel saptamalardan sonuca gitmeye çalışan bir film. Güneşe Yolculuk'u, angaje
bir film olarak tanımlamak yanlış olmayacak. "Ülke gündemine neredeyse tek
başına damgasını vuran Kürt meselesi, ilk kez bu kadar direkt olarak perdeye
taşınıyor.
Kadın yönetmenlerimizden Yeşim
Ustaoğlu, henüz ikinci filminde son derece cesur bir adım atıyor. Peki, cesaret
tek başına bir filmi ayakta tutar mı? Bu, hepimizin bildiği üzere filmine göre
değişir. Özellikle politik filmlerin, zamana direnirken en büyük kıstasları,
sadece dönem koşullarına karşı olan başkaldırıları değildir ...Bu bağlamda Yılmaz
Güney sineması bir örnektir. Güney'i ele alıp sahaya sürerken 'Umut'u, 'Duvar'ı
ya da 'Yol'u sadece biçimsel tavırlarıyla değil, günümüzden bakıldığında
bıraktığı tortularla değerlendiriyoruz. 'Güneşe Yolculuk' ise, ... 'cesaret' kriterinin
dışında diğer sınavları geçecek düzeyde bir yapıt gibi görünmüyor. .. Ustaoğlu,
iyi bir görüntü yönetmeniyle çalışarak temiz ve görselliğin ön plana çıktığı
kadrajlar yakalamış. Ama aynı kadrajlar bir başka niyeti de açığa vuruyor: Bu
film, kesinlikle dışarıya seslenen bir yapım. Türk izleyicinin çok iyi bildiği
ve yakalanan estetik açıların yeeni bir şey söyleyemeyeceği kareler, dışarıdaki
seyirciyi avlama derdinde. Gün ağarırken yapılan yolculuklar ve zorlama bir
mekan seçimleri, bu yargıyı besliyor" (Uğur Vardan, Yeni Binyıl,
03.03.2000:18).
& Yeşim Ustaoğlu, çevrildiği zaman hayli ses getiren ve
özellikle yabancı film festivallerinde pek çok ödül topladığı Güneşe Yolculuk
filmini, dar bir kadro ve çoğunluğu amatörlerden oluşan bir oyuncu kadrosuyla
gerçekleştirmiş. Film, bu yapısıyla aslında göze batmıyor. Film, kendi içinde
daha lirik bir anlatımı gündeme getirip; Berzan, Mehmet gibi gençleri toplumun
zencileri gibi lanse etmek yerine, bilinen şablonların ötesinde bir yaklaşımla
öyküsünü ele alabilirdi. Ustaoğlu, ülkemizde tabu sayılan ve genellikle üzerine
gidildiğinde sorun yaşanılan bir konuyu ele alırken, önce de yinelediğimiz gibi
şablonlara dayandırsa da; öyküsüyle toplumun sosyal bir kesitini oluşturan bir
grup dışında, aslında ülkemizin geri kalmışlığından kaynaklanan ceberrutluğu,
insan kıyımı ve genel yoksulluk koşulları bağlamında pek çok kimsenin sorunu
olan bir duruma kamerasını çevirmiş oluyor. "Bir dostluk, kardeşlik ve
sevgi üçgeninde son yılların hayatımıza taşıdığı yüksek gerilimden kötülük
payını alan genç ve iyi insanların trajedisini anlatmış Yeşim Ustaoğlu. Film,
durgun bir su yüzeyinde yansıyan olağanüstü bir görüntüyle başlıyor. Daha ilk
karelerde işini anlamış, düşünen bir sinemacının elinde olduğunuzu
duyumsuyorsunuz" (Baydur, Cumhuriyet. 13.05.1999). Diğer yandan ele alınan
temanın kendi içindeki bıçak sırtı durumlarından dolayı, senaryosunu çok açık
bir şekilde kuramıyor Ustaoğlu. Berzan'ın polisten kaçmak için çalışmaya
başladığı otobüs firmasında, polisten koruduğu genç kızın ilişkileri, niyeti
hissediliyor ama tam anlaşılmıyor. Ayrıca kimlik kontrolü yapan askerlerin
kimlikleri saymadan göstermelik kimlik taraması yapar gibi görünmesi, belki
Ustaoğlu'nun amacına hizmet ediyor ama filme hizmet ettirmiyor. Türk sineması uzun
yıllar detay eksikliği, detayların önemsenmemesi gibi sorunları yaşamıştır.
Açıkçası bu sorunları yaşamasının asıl nedeni ise, film yapan kişiler için
bunların aşılması gereken Sorun olarak algılanmamasından kaynaklanmaktaydı. Bu
bağlamda genç neslin, kendi öykülerini anlatmada iddialı sinemacılarının,
yukarıda değindiğimiz detayları ele almada daha çok özen göstermeleri
beklenebilir. Ustaoğlu, Güneşe Yolculuk filmiyle, özellikle profesyonel olmayan
oyuncuları ve neredeyse belgesel film kokan anlatım üslubuyla dikkat çekiyor ve
ele aldığı konuyu destekleme de, özellikle müziği başarıyla kullanıyor.
"Makedon besteci Stefanosvki'nin Koma Amed, Civan Haco şarkılarıyla
bezeli, Sultaniyegahlı müziğin, Polonyalı kameraman Petrycki'nin güzelim
görüntülerinin ve Makedon Gaster'ın akıcı montajının da başarısına katkıda
bulunduğu bu ayrıksı film, öncelikle müthiş inandırıcılığıyla, mevsimin gişe
patlaması yapan öteki yerli yapımlarından ayrılıyor... Nevruz Baz, Nazmi Kırık,
Mizgin Kapazan adlı pırıl pırıl üç genç oyuncusuyla seyirciyi ele geçiriyor...
Resmi tarihin alternatifi niteliğindeki hikayesinden... yalın gerçekçiliğine
kadar... 'Güneşe Yolculuk', İtalyan neorealismo yeni gerçekçilik akımının da
çağdaş bir uzantısı sayılabilir aslında" (Çapan, Cumhuriyet, 03.03.2000).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder