GÜLÜN BİTTİĞİ YER (1998)
Yönetmen: İsmail
Güneş, Öykü: İsmail Güneş, Senaryo: Ömer Lütfi Mete, İsmail Güneş,
Görüntü Yönetmeni: Mehmet Gün, Yapım: Mavi Film,/ Abdurrahman Çapar,
Mustafa Güneş, İsmail Güneş Kameraman: Seyhan Bilir, Kamera Asistanları: Göksel
Şahin, Mustafa Ablak, Yardımcı Yönetmen: Gürsel Ateş, Sanat
Yönetmeni: Ayhan Özçelik, Kurgu: Mevlut Koçak, Şarkı: Haluk
Levent, Fotoğraflar: Erdal Tüşünel, Ses Kayıt: Jozsef Turbok,
Boom Operatörü: Jozsev Kardos, Dijital Ses Kurgu: Attila Madaras, Set
Kameramanı: Batuhan Arite, Dijital Kurgu Operatörü: Nejat Eylül
Talas (Dem Ajans), Set Amiri: Zühtü Polat, Set Teknisyenleri: Bestami
Büyük, Zahir Moğolkoç, Negatif Yıkama: Sinefekt, Telesine: Dilek
Er, (Sinema), Negatif Montaj: Tamer Eşkazan, Renk Düzenleme: Uğur
Orbay, Tamer Eşkazan, Kopya Baskı: Uğur Orbay, Arif Şengül (Şafak Film),
Jenerik: Hilmi Güver ((Sineİmaj), Web Sayfası: Nihat Dursun,
Festivaller Sorumlusu: Mustafa Ablak, Ses: Sinan Yurtsever,
Devamlılık: Seda Selçuk, Ses Mixer: Otto Olah, Işık Yönetmeni: Hasan
Ali Şahin, Işık Teknisyenleri: Cevat Yılmaz, Adem Doğan, Yapım
Sorumlusu: M. Serkan Malkaz, Prodüksiyon Amiri: Sedanaz
Mürtezaroğlu, Kostüm: Arif Tel, Niyazi Er, Dekor Ustası: Seyfettin
Birkan, Büro Sorumluları: Mehmet Emin Güneş, Ali Üçüncü, Ulaşım: Mustafa
Özer, Kadir Karabina, Zühtü Polat, Makyöz: Mira Eroğlu, “Gülün
Bittiği Yer” Müzik: Haluk Levent, Söz: Ömer Lütfi Mete, Davul: Alen
Konakoğlu, Bas: Nurhat Şensesli, Akustik ve Distortion Gitarlar: Alper
Erinç, Lead Gitar: Gültekin Kaçar, Hammond Organ: Serkan Dinçer,
Vokaller: Özkan Uğur, Tuğba Önal, Cihan Okan, Yonca Kocadağ
Oyuncular: Cüneyt Arkın
(Adam), Tolga Tibet (Genç), Yağmur Kaşifoğlu (Genç Kız), Bülent Bilgiç
(Öğretmen), Mümtaz Sevinç (Amir), Mehmet Emin Eren (Mahkum), Bora Sivri (1.
İşkenceci), Deniz Oral (2. İşkenceci), Ertaç Özden (3.İşkenceci), Haldun Boysan
(Kondöktör), Turgut Ekiz (Almancı), Hasan Nail Canan, Ahmet Fadıl (Baba), Ayşen
Tekin (Anne), Sinan Yurtsever, Gani Şavata (Mahkum), Yardımcı Oyuncular:
Sinan Yurtsever (1. jandarma), M. Serkan Malkaz (2. Jandarma), Erol Yıldırım
(3. Jandarma), Volkan Namsız (4. Jandarma), Sedanaz Mürtezaoğlu (Abla), Gürsel
Ateş (1. Kondöktör), Bestami Büyük (2. Kondöktölr), Fevzi Sökmen (Dede), Ayhan
Özçelik (Komiser), Bülent Karaçam (1. Polis Memuru), Ramazan Şenkal (2. Polis
Memuru), Yavuz Merinlioğlu (Şoför), Hasan Kartal (Gül Satan dede), Ayhan
Karataş (İstasyon Şefi), Mehmet Karaçınar (Görevli), Mustafa Özer (1. Polis),
Hakan İmren (2.Polis), Ali Durmuş (3. Polis), Ferhat Karataş (4. Polis), Bayram
Erdemir (Doktor)
Konu: 12 Eylül döneminde gözaltına
alınıp günlerce süren işkence seanslarından sonra suçlu olmadığı anlaşılan ve
serbest bırakılan bir genç, trenle kasabasına dönmektedir. Yaşadığı süreci bu
yolculuk boyunca geri dönüşlerle izleriz. İşkencenin en korkunç örnekleri onun
üzerinde uygulanmıştır. Üstelik bu sadece, "muhbir"lik yapmasını sağlamak
içindir. Çünkü ona işkence uygulayanlar da,suçlu olmadığını bilmektedirler.
İstedikleri şey, bazı arkadaşlarına bir takım cinayetleri ispat etmesi veya
gerçekten biliyorsa tanıklık yapmasıdır. Bu dönüşlerde anlarız ki,yetenekli,
tutkulu, sevgi dolu bir insan; enkaz altında geri dönmektedir. İşkence sadece
bedenini değil aynı zamanda da ruhunu da yıkmıştır. Sürekli uyumakta ve
sayıklamaktadır. Serbest kaldıktan sonra defalarca bu trenle kasabaya kadar
gelmiş, her seferinde nişanlısının istasyonda beklediğini görmüş ama inme
cesaretini gösterememiştir. İşkence gördüğü günlerde onuru ile erkekliğini de
yitirdiğine inanmaktadır. Defalarca denediği geri dönüşü acaba artık
başarabilecek midir? Umudunu yitirmeyen nişanlısı elinde bir gül, daha kaç
sefer istasyonda bekleyecektir..
SİYAD)
Sinema Yazarları Derneği'nin (19981999) seçiminde:
►Yağmur
Kaşifoğlu "umut veren genç oyuncu"!
1.
Köln Akdeniz Film Festivali'nde (1999): ►"İnsan Hakları
Ödülü",
Salermo Film
Festivali'nde (1999): ►"Cumhurbaşkanlığı Büyük Ödülü"
& Bir dönemin adı 'sağcıya çıkmış yönetmeni (ama tüm bu
deyimler, ki üstelik çoğu zaman yakıştırmaydılar, geçerliliğini çoktan yitirdi)
İsmail Güneş'in ilginç filmi Gülün Bittiği Yer'i Antalya'da gördüm. Film,
özellikle ülkemizin demokratikleşmesi, insan hakları vb. konularda kafa
yoranlar için üzerinde durulmaya değer bir tartışma zemini oluşturuyor.
Film, 12 Eylül döneminde
işkence gören bir genç adamın, memleketi olan Anadolu kasabasına dönüşünü ve
sonrasını hikaye ediyor. Genç adam sürekli geçmişi yaşıyor, belleğindeki
gelgitlerle o korkunç günlerden bir türlü koparıyor.
Nasıl
kopsun ki ... Yaşadıkları tam bir cehennemdir. Ancak işkence görmüşlerin
bilebileceği, insanın her şeyiyle çiğnendiği, karanlık yüzlü adamların elinde
fiziğinden onuruna, namusundan inançlarına her şeyiyle aşağılandığı bir iğrenç
deneyim ... Ve ne yazık ki genç adam iflah olmayacaktır.
Ne
trende ona ilgi gösteren, kendi yavrusu da benzer bir sürece kurban edilmiş
deneyimli savcı, ne onu ısrarla, elindeki gülle her gün beklemeyi sürdüren
yavuklusu, ruhundaki yarayı iyileştirmeyi başaramayacaktır ... Güneş, işkence
gören kişinin kim olduğunu, hangi örgütü temsil ettiğini, sağdan veya soldan
olduğunu hiç açıklamıyor. Çok da iyi ediyor. olay soyutlaşıyor, belli bir görüş
değil, adına verilen bir bildiriye dönüşüyor.
Üstelik Güneş gayet iddialı
biçimde işkencecinin Türk toplumunda, giderek Türk tarihindeki kökenlerine
değinmeyi de deniyor. Osmanlı'dan, aile, evlilik, okul gibi kurumlarda süren
işkence... Sonda ise, Eisenstein filmlerini hatırlatan bir kurguyla verilmiş
bölümde, işkencenin Türk toplumuyla ilişkisinin tam bir genel manzarası
veriliyor.
Ne yazık ki film tüm bu savları ve bu
önemli bildiriyi taşıyacak güçte değil. Göz kamaştırıcı bir uzun çekimle,
sinema dili açısından umut verici biçimde başlasa da, zaman içinde tekdüze
anlatımı var. İşkence sahnelerinin sürekli ve kontrolsüz tekrarı, dramatik gücü
azaltıyor. Trendeki "sayıklama" bölümleri sayıklama dan başka her
şeye benziyor. Deneyimli Cüneyt Arkın, Bülent Bilgiç'in olgun
kompozisyonlarının yanında, genel oyunculuk yerlerde sürünüyor. Ülkeyi büyük
bir hapishane gibi gösteren bu film, sinemasal eksiklikleri nedeniyle başarıya
erişemiyor. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönensans Yılları” syf: 80”
& Gülün Bittiği Yer"
işkenceyi ve işkenceciyi bütün çıplaklığıyla sergileyen cesur bir film.
İşkencenin bir devlet politikası olduğu saklanmıyor. Ama daha çok toplumdaki
şiddetin bir parçası olarak sunuyor. Gülün Bittiği Yer, sansüre takılmış. İki
buçuk ay boyunca filmin gösteriminden tamamen ümit kesilmiş. 6 dakikalık
kısaltmadan sonra ikinci kez sansüre girip 16 yaş sınırıyla kurtarmış. Sanki
işkencede yaş sınırı varmış gibi. İşkenceye değinen filmler bugüne dek
Türkiye'de hep sol eğilimli yönetmenlerce çekildi. Gülün Bittiği Yer'in
yönetmeni İsmail Güneş ise sol kesimden değil. Hatta basın zaman zaman onu
sağcı yönetmen sıfatıyla sunuyor. Güneş, adının başına bir sıfat konulmasından
şikayetçi. Kimliğini muhalif olarak özetliyor ve ekliyor. Sağcı bir yönetmenin
elinden böyle bir film çıkabilir mi? (İpek Çalışlar, Cumhuriyet Dergi, S.:71,
07 Kasım 1999)
& İsmail Güneş'in, "Gülün Bittiği Yer" isimli
filmi, yakın geçmişimizdeki Eylül filmlerinin bir örneği olduğu kadar, bir
ihtilalin yarattığı depremden yola çıkarak aynı zamanda toplumumuzdaki geri
kalmış ilişkileri (dayak atma, şiddete eğilim, azgelişmişlik, vb.) de sorgulama
çabası içinde. Sırf gelenek olarak geçiştirilen fakat toplumda yarattığı
travmalar açısından sorgulanmayan bu yaklaşımlara da İsmail Güneş'ın kamerasını
cesurca çevirmesi filmin olumlu yanlarından biri. Güneş, salt 12 Eylül
döneminin travmasını eleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda bu ve benzeri
hareketlerin toplumsal yaşamımızdaki temellerini sorguluyor. Sürekli dayak
yiyerek büyüyen bir toplumda aslında işkencenin de kollektif bilinçaltında
Doğal olarak kabul edildiğini vurguluyor. "İsmail Güneş. evde ve okulda
'eğitim aracı' olarak dayağı normal karşılayan bir toplumun, polisin tutukluyu
konuşturmak için işkence etmesine zemin hazırladığını vurguluyor"
(Taşçıyan, Milliyet, 23.10.1999:29). Cüneyt Arkın'ın canlandırdığı savcı
karakteri bile, oğlunu işkencede kaybedinceye kadar işkenceyi kanıksadığını
itiraf ediyor. İsmail Güneş, insanların hiçleştirildiği bir aşama olan
işkencenin etkisini güçlendirebilmek için, tiplerini kimliksizleştirmeyi,
filmde ve jenerikte tiplerini isimsiz olarak kullanmayı, onları kişileştirmeyi
düşünmemiş. İsmail Güneş'in filmi, benzeri filmler arasında işkenceyi salt
hissettirmeden, onun uygulanışını da gerçekçi sahnelerle ele alarak etkisini
güçlendiren bir film. "Ne yazık ki ki film tüm bu savları ve bu önemli
bildiriyi taşıyacak güçte değil. Göz kamaştırıcı bir uzun çekimle, sinema dili
açısından umut verici biçimde başlasa da, zaman içinde tekrarı, dramatik gücü
azaltıyor... Deneyimli Cüneyt Arkın ve Bülent Bilgiç'in olgun
kompozisyonlarının yanında, genel oyunculuk yerlerde sürünüyor" (Dorsay,
Sabah, 29.10.1999). Filmin özellikle kurgusu, zaman içinde, ileri geri
sıçramalarla, işkencenin insan ruhu ve beynindeki tahribatını vurgulaması
açısından işlevsellik taşıyor. " Şimdiye kadar solcu dünya görüşünden
bakılarak yapılmış 12 Eylül filmleri arasına sokabileceğimiz bu filmin, hatta
işkenceye koyduğu tavırla bir adım daha öne çıktığı bile ileri
sürülebilir" (Sungu Çapan, Cumhuriyet, 05.11. 1999). (Prof.Dr.Alim Şerif
Onaran/Doç. Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf,
202)
& Filmin kurgu yapısı zaman içinde tekrara düşerek
işlevini ve ilginçliğini yitirmeye başladığı zaman ise dramatik yapısının
zayıflığı nedeniyle tıkanıp tekrarlara düşmeye başlıyor. Gencin sürekli gördüğü
karanlık düşler karabasanlar tekdüzeleşip, klostrofobik tren bölümleri gitgide
ağırlaşırken, umut verici, uzun bir plan sekansla başlayan film de, biteviye
TürkAlman kıyaslaması yapan Alamancı'nın dırdırı, trende jandarma
gözetimindeki, poşulu, afili tutuklunun Gani Şavata) habire tuvalete gitmek
istemesi, kimi uzatılmış işkence sahneleri, vb. gibi, yinelendikçe etkisini
yitiren tekrarlar ve geri dönüşlerle sürekli irtifa kaybediyor" (Çapan,
05.11.1999). İsmail Güneş'in genç karakterinin, hapiste tarih öğretmeniyle
yaptığı sohbetler biraz abartılı bir dozda görünüyor ve özellikle yeniçerilerin
tarihimiz içinde yaptıkları padişah tacizlerini canlandıran bölümler müsamere
düzeyine düşüyor ve filme zarar veriyor. Filmin ele aldığı simgeler bir süre
sonra o kadar üstüste biniyor ki anlamını yitirmeye başlıyor. Bu ve benzeri
açmazlarına karşın Gülün Bittiği Yer, yakın geçmişimizde 12 Eylül İhtiiali'nin
toplumsal yapımız üzerinde yarattığı depremi başarıyla ele alışı, didaktik bir
tavır takınmadan hem işkence hem de toplumsal köklerimizdeki hastalıklı
olguları irdeleme açısından başarılı görünüyor "sinemasıyla çok tat
vermese de" (Çapan, Cumhuriyet, 05.11. 1999).
&
İsmail Güneş, Gülün Bittiği Yer filmografisinden farklı bir pencere açıyor,
deneysel çabalar sergiliyor. Aksayan yanları olmakla birlikte, öncelikle ele
aldığı konuyu ucuzlatmamasıyla, sömürmemesiyle ve mekan olarak 'tren'in
başarılı kullanımıyla dikkat çeken Gülün Bittiği Yer. Güneş bundan önce ne
yapmış olursa ve bundan sonra ne çekerse çeksin, kayıtsız kalınmaması gereken
bir politik sinema örneği. (Tunca Arslan, Radikal G., 01 Kasım 1999)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder