Powered By Blogger

13 Aralık 2022 Salı

 

HAREM SUARE (1998) 


Yönetmen: Ferzan Özpetek, Senaryo: Gianni Görüntü Yönetmeni: Pasquale Mari, Müzik: Aldo De Scalzi, Yapım: AFS Film/Tilda Corsi, Sıddık Özpetek, Asaf Özpetek, Rec Produzioni—Roma Les Films Balenciaga—Parigi Kostüm: Alfonsina Lettieri, Kurgu: Mauro Bonanni, Sanat Yönetmeni: Mustafa Ziya Ülkenciler, Ses: Stefano Savino, Yardımcı Sanat Yönetmeni: Fırat Yünlüel, Yürütücü Yapımcı: Abdullah Baykal, kamera: Renaud Personnaz, Kamera Asistanı: Ernosto Natoli, Steadicam Operatörü: Marco Pioroni, 2. kamera Asistanı: Selahattin Savaş, Fotoğraflar: Gül Gülbahar, Prodüksiyon Sekreteri: Edmondo Tarquini, Koordinatör: Barbara Ruggeri, Prodüktör Asistanı: Missimiliano Di Meo, Reji Asistanı: Arzu Volkan, Kostüm Asistanı: Luigi Beneditti,

Oyuncular: Marie Gillian (Safiye), Alex Descas Nadir), Serra Yılmaz (Gülfidan), Nilüfer Açıkalaın, Selda Özer, Pelin Batu, Başak Köklükaya, Ayla Algan, Sema Atalay, Lucia Bose, Valeria Golino (Anita), Malick Bowens, Meltem Savcı, Yeliz Tozan, Ali Başer, Gaia Narcisi, Christophe Aquillon, Meriç Benlioğlu, Nurgül Uluç, Ahsen Yoldemir, Lori Barokas, Cansel Elçin, Görkem Yelten, Christophe Aquiton, İdil Baran, AlEmin Gürsoy, Asiye Kumkale, Steven B. Leyland, Cansel Elçin, Güler Ökten, Nüvi,t Özdoğru, Meltem Savcı, Şerif Sezer, Zozo Toledo, Yeliz Tozan, Salim Karataş, Levent Yılmaz, Işık Toymur,

KONU: Tarih 23 Temmuz 1908'dir. Sultan Abdülhamit Yıldız Sarayı'nda opera seyretmektedir. Opera sonrasında Sultan'ın danışmanı İzzet Paşa, Abdülhamit'e İttihatçılara karşı durması ve halka konuşma yapmasını salık verir. Ama sultan iç savaşa neden olmayacağını söyler. Haremde ise ayrı bir dünya yaşanmaktadır. Baş gözde, Gülfidan isimli hizmetkarından bir öykü anlatmasını ister. Öykünün vurucu mesajı aşk, iktidar ve korkudur. Bu arada 1903 yılına döneriz. Sultan kadınlarla konuşurken yüzüne bakmaması tembihlenen Safiye, bu uyarıyı dikkate almamış ve Padişah'ın ilgisini çekmiştir. Cariyelerinden Ayşe ise, Padişah'a aşık olmuştur. Fakat Sultanın sadece kendisine ait olamayacağını anladığında ise haremde yangın çıkarmıştır. Sultan, bütün kadınların saraydan dışarı çıkmasını yasaklamıştır. Ayşe'nin sonu ise sürgün olmuştur. Harem ağası Nadir, sultana bakmaması yönündeki uyarıyı dinlemeyen Safiye'yi tanımak için çağırtır. Nadir, Safiye'yi, bir zamanlar Esma Sultan'a ait eşyaların bulunduğu çatı katına götürür. Esma Sultan, şark üslubu bulduğu için bu eşyaları kaldırtmıştır. II.Mahmut'un kız kardeşi olan Esma Sultan, Osmanlı Tarihi'nde haremde Valide dışında hiçbir kadının sahip olamayacağı güce sahip olmuştur. Dikkatini çeken Safiye'yi Sultan gözde konumuna getirir. Padişah için opera güfteleri de çeviren Safiye, Sultanla, gündüzleri de görüşmektedir. Osmanlı haremi kadınlar açısından bir iktidar alanıdır. Safiye, yerine aday olarak görünen Aliye 'yi mücevherlerle kandırarak padişahın yanına girmesini engeller ve sonrasında ise onu öldürtür. Bir çok sahibi olan Safiye'nin oğlu Şehzade Osman ise iktidarlarını tehlikede gören diğer gözdeler tarafından intikam için zehirlenerek öldürtülür. Bu arada İttihat ve terakki iktidara ortak olmuş ve Abdülhamit'e baskı yaparak Kanuni Esasi'yi Anayasa) imzalatmıştır. Fiilen Abdülhamit iktidarı son bulmuş ve Padişah sürgüne gönderilmiştir. Diğer yandan harem kapatılmış kadınlar ailelerin yanına gönderilmek için haremden çıkarılmışlardır. Safiye ikamet etmeleri için gösterilen yerde kalırken, Padişahla giden Nadir Ağa'nın Selanik'ten gelmesiyle bir süre onunla kalır; sonrasında ise rüzgarda savrulan bir yaprak gibi oraya buraya gider.

Safiye, 3 Şubat 1924'de Kuzey İtalya'da bir eğlence mekanına nedimeleriyle gösteriye çıkmıştır. Hizmetkarı Gülfidan da, onunla birliktedir. 3u arada bir mektupla Nadir Ağa'nın ölüm haberini almıştır. Filmin başından itibaren geri dönüşlerle bir istasyon kafesinde iki kadının sohbetlerine tanıklık ederiz. Tren beklemekte olan bu kadınlardan yaşlanmış olanı Safiye'dir. Tıpkı Safiye'nin yaşamındaki gelgitler gibi filmin açılımında kilit noktası olan flash hackler, Osmanlı İmparatorluğu dönemi ve Safiye'nin bir başka yoıcu olan Anita'ya anlattığı öykü böylece biter. “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması”

 

ÖDÜL

 SİYAD seçiminde (19981999)

► "En İyi Kadın Oyuncu" (Serra Yılmaz), 
    ► "En İyi Görüntü Yönetmeni" (Pasquale Mari)

36. Antalya Altın Portakal Film Festivali
    ► "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu" (Serra Yılmaz)
    ►"En İyi Sanat Yönetmeni" (Mustafa Ziya Ülkenciler)

12. Ankara Uluslararası Film Festivali (2000)

► "En İyi Sanat Yönetmeni" (Mustafa Ziya Ülkenciler)


7.ÇASOD seçiminde (2000)

► "Oyuncu Dalında Jüri Özel Ödülü" (Ayla Algan)


40. Altın Küre Film Festivaliİtalya (2000)

► "En İyi Kadın Oyuncu" (Lucia Bose),

► "En İyi Görüntü Yönetmeni".

& Ferzan Özpetek, ikinci uzun metrajlı filminde yine Doğu toplumuna has bir mekanı, Harem'i konu edinmiştir. Osmanlı'nın heybetli, güçlü padişahları için kendilerini güzelleştiren kadınların yaşadıkları bu Harem, Safiye'nin öyküsü için mekan olmuştur. Padişah II.Abdülhamit'in Harem'inde gözdeliğe kadar yükselen Safiye, Harem içindeki ve saraydaki entrikalar içinde ayakta kalmaya çalışacaktır. Filmin Öyküsü koşut bir anlatıma sahiptir. İtalya' da bir tren istasyonunun bekleme salonunda iki kadının karşılaşmasından, geçmişe harem dönemindeki Safiye'nin öyküsüne geçiş yapılır. Bekleme odasındaki yaşlanmış Safiye, treni bekleyen genç kadına kendi öyküsünü anlatır. Bugünü ve geçmişi birlikte takip ederiz. Zaman Meşrutiyet'in ilanından öncesi ve yıllar " sonrasıdır.

Filmin iki hikayecisi vardır. Harem'de kadınlara hikaye anlatan hizmetkar Gülfidan bu hikaye Harem'de eski bir gözde ve yeni bir kızın karşılaşmasının öyküsü olsa da istasyondaki genç ve yaşlı kadının karşılaşmasını da anlatır ve tren istasyonunda Anita'ya kendi öyküsünü anlatan yaşlanmış Safiye. Filmdeki bu birlikte anlatım yönetmenin yavaş kurgusu ile anlaşılır hale gelmektedir. yaşamaktadır Yaşlı Safiye'nin istasyon arkadaşının Hamam'ın görünmeyen kahramanı, Francesko’nun teyzesi Anita olması da ilginçtir. Bu arada kendini keşfediş yolculuğuna çıkan Anita'nın elinden düşürmediği ve daha sonra da Martha'ya geçecek olan sigara içme yüzüğünün asıl sahibinin Safiye olduğunu ve bu yüzüğün ona Valide Sultan tarafından verildiğini de izleyerek öğreniriz. Sigara içme yüzüğü dikkatli sinema seyircisi için keşfedilmesi keyifli bir öyküye sahiptir. Bize eşyaların belleklerinin ne gibi duyguları, anıları, olayları geçmişten geleceğe taşıyacağını hatırlatmaktadır.

Harem deyince akla ağır kumaşlardan yapılan kıyafetlerinden sıyrılmış, çıplak bir biçimde padişahı mutlu etmeyi bekleyen güzel kızların olduğu bir mekan gelmektedir. Haremdeki cariyelerin hayatları, cinselliğin ön planda olduğu bir mekan oluşu, padişahlar için süslenen, güzelleşen cariyelerin gizemleri, bu mekanın merak edilmesine neden olmuştur. Batı'da da ilgi çeken bir mekandır. Türkiye'nin "gizemli Doğu" imajı hala sürdüğü ve/veya sürdürüldüğü için (örneğin Eurovision birinciliği kazanılan "Every Way That I Can" şarkısının klibinde hamam, harem, raks eden kızlar ve şarkıcının giydiği kıyafetlerle bir cariye imajı yaratılmıştır) Türk bir yönetmenin anlatımında Harem nasıl bir mekan olarak ortaya çıkmıştır? Film, Harem'in içi, birbirlerine hikayeler anlatan güzel cariyeler, kostümler, hamamda yıkanan çıplak kadınlar gibi görsel imgeler ve gözdelik mücadelesi, entrikalar, hırs, cinayet, aşk ve cinsellik gibi duygularla yüklü bir Harem yorumudur. Oryantalist bakışın olduğu sahneler fazla değildir. Yine de yönetmen çıplak cariyelerin yıkandığı, Sultan için kızların hazırlandığı bazı sahneler kullanmaktan kaçınmamıştır. Sultan II.Abdülhamit'i Meşrutiyet'in ilanına götürecek olan politik gelişmeler film için önemli değildir. Sadece aynı zamanı kullanmaktadır. Harem'de yaşanan gizli ve imkansızmış gibi görünen aşk Safiye'nin hüzünlü öyküsü ve Harem kapandıktan sonra bu kadınlara ne oldu? dedirten sonu ile Harem Suare, bir anlamda yönetmenin Harem yorumudur.

Ferzan Özpetek, filmin öyküsünü, "hayatını nasıl yaşadığın değil, onu başkalarına ve kendine nasıl anlattığındır önemli olan" sözünün üzerine kurduğunu belirtmektedir. Yapamadıklarımız, olamadıklarımız içimizi kemirirken, başkalarının gözünde farklı olabilmek için uğraşırız. Bazen kendi hayatlarımızın iplerini başkalarına teslim etmek durumunda kalabiliriz. Ancak yine de hikayenin sonunu kendi başımıza yazabilme özgürlüğümüz olduğunda ipleri tekrar ele geçirmiş gibi oluruz. Yaşlı Safiye'de kendi hikayesinin sonunu değiştirip, kendi istediği gibi bitirmiştir. Anita istasyona ilk gelişinde kaldırıldığı ilk masa Safiye'ye aittir. Demek ki insanların kısa sürelerle geldiği bu mekana masa sahibi olacak kadar sürekli gelmektedir. Nadir'in hayatının son bulduğu istasyon gibi bir mekanda muhtemelen hikayesini gelip geçen yolculara anlatarak hayatına sahip olma duygusu Filmde, Harem mekan olarak başrolde olsa da diğer kadınlar padişah ile özel ilişkileri ve haremağaları üzerinde çok durulmamaktadır. Güzellikleri ve iyı meziyetleri ile gözde olup, erkek çocuk sahibi yani şehzade annesi olmak Kadınların tek amaçlarıdır. Filmde kadınlar erkeklerin ilgisini çekmek için yüzyıllardır değişmeyen bir kuralı tekrar ederler: Vücutları, kıyafetleri, takı ve makyajları ıle süreklı bakımlı olarak Harem'in analiz edildiği bir film değildir. II.Meşrutiyet'in ilan ediliş süreci de çok anlatılmaktadır. Padişah ve Safiye arasındaki ilişki de gösterilmez. Önemli olan Safiye'nin öyküsü ve dönemin çalkantılarının Harem’i nasıl etkilediğidir. Harem, Doğu ile Batı'nın bir araya geldiği mekandır. Kadınlar çok değişik toplumlara mensupturlar. Avrupai giyinirler, opera izlerler, piyano çalarlar, bunun yanında namaz kılarlar, başlarını kaparlar, nargile ellerinden düşmez. Ortalıkta çıplak dolaşıp, hamamda yıkanan padişah için hazırlık yapan kadınlar yoktur. Yine de yönetmen bir  iki sahnede zihinlerdeki görüntüyü canlandırmaktan kaçamamıştır. Cinsellik ve çıplaklık kaçınılmaz olarak yer almıştır. Özellikle haremağası Nadir ve gözde Safiye arasındaki ilişkide engeller bir bir kırılır. Aşk söz konusu olduğunda bir biçimde çıkış yolu bulunmaktadır. Nadir hadım edılmıştir. Safiye bir gözde olarak yasak olanı yapmaktadır. Ancak yine de gizlice birlikte olurlar. Kimsenin aklına gelmeyecek bır sırrı paylaştıkları için de daha da yakınlaşırlar.

 & Türk asıllı İtalyan vatandaşı olan ve İtalyan sinema endüstrisinin koşulları içinde film üreten Ferzan Özpetek, ilk uzun metraj lı filmi "Hamam" ile ses getirmişti. Hamam büyük ölçüde Türkiye' de çekilen bir filmdi. İkinci filmi "Harem Suare" ile Özpetek, sinema dünyasında kalıcı olacağı yönünde işaretler veriyor. Film, bugüne kadar Osmanlı hareminden yola çıkarak dönem filmi yapan diğer filmler arasında öne çıkıyor. Haremin doğasını ve Osmanlı İmparatorluğu'nun kozmopolit yapısını başarıyla yansıtarak, bazı Türk filmleri gibi sınırlı bir mekanda ve karikatürleşmiş dekorlarla, karakterleri yabancı olsalar da hepsi Türkçe konuşan ütopik filmlere kıyasla bizi o dönemin, özellikle harem dünyasnın içine çekme açılarından başarı tutturuyor. Bu başarının tam olarak oluşmasına ise oyunculuk açısından bazı sorunlar engel oluyor. Örneğin: "...kadınlar arası amansız mücadelenin ortaya konması,... oyunculardan yeterli verimin alınamamasından dolayı tam hissedilemiyor. Özellikle Türk kadın oyuncuları; Ayla Algan ve Selda Özer dışında, o dönemin bir cariyesi, gözdesi veya mürebbiyesi değil de; bizim değişik TV dizilerimizden tanımaya alışık olduğumuz, bizim oyuncularımız olarak filmde yer alıyorlar. Bir cariye veya mürebbiye olarak değil Nilüfer Açıkalın ya da Şerif Sezer olarak orda duruyorlar" (Vardar 2000). Diğer yandan Safiye Sultan rolünde Marie Gillain'in doğal oyunculuğu ve yarattığı karakteri yansıtmaktaki oyuncuuk yetenekleri dikkat çekici. Bununla birlikte "Filmde diğer yandan hissedilen açmaz,... filmi izleme ve olayları birbirine bağlama sıkıntısından kaynaklanıyor. Filmin kurgusu çoğu zaman şifreli bir anlatım varmış gibi işliyor. Olayların apaçık gösterilmeden, seyircinin zekası ve sinema dilinin plastiğiyle çözümlenebileceği mantığıyla yaklaşılsa da, örneğin bağlantısız şekilde, birden ortaya çıkan şehzade Osman gibi, birden ortadan yok olan Abdülhamit gibi kurgulamalar, filmin tavrı hakkında kuşkular oluşturuyor"

Harem Suare, biçimsel açıdan olgun bir film. Özellikle atmosfer yaratma açısından yönetmenin taleplerine başarıyla yanıt veren görüntü yönetmeni Passquale Mari ve sanat yönetmeni Mustafa Ziya Ülkenciler’'in çalışmaları övgüye değer. "Filmin en başarılı olduğu alanlardan biri, sanat yönetimi. Mekanların çoğu stüdyoda dekor olarak kurulmuş. Filmin maliyetindeki önemli bir yeri, dekor ve kostümlere harcanan paranın oluşturduğu anlaşılıyor. Döneme ilişkin yeniden canlandırmalarda, bazı aksesuarlar dışında göze batan pek bir şey hissedilmiyor. Görüntüler genel bir düzey içinde filmin gereksindiği atmosferi oluşturma işlevini yerine getiriyor" (Vardar, 2000:71). Özellikle görüntü yönetmeni Mari'nin aydınlatma tasarımları aracılığıyla, Osmanlı iktidarının simgesi görkemli mekanların kasvetli havası ve haremin gizemi başarılı şekilde ortaya çıkarılmış. Harem Suare, içeriğin etkin olabilmesinde biçimin önemini vurgulayan bir film olarak öne çıkıyor. “Prof. Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 205”

& Ferzan Özpetek'i insan olarak çok seviyorum. Bir Türk yönetmenin bir dış ülkede böylesine kendisini göstermesi ve iki filmiyle tüm dünyada ilgi uyandırması da çok hoş bir şey. Bu başarıyı küçümsemek istemiyorum. Ama nihayet sevgi, sempati, hoşgörü gibi şeyler, adına eleştiri denen belalı uğraşla uyuşmaz. Özellikle HaremSuare'nin Özpetek adına o çok sevimli, çok sıcak, çok kişisel ve çok insancıl Hamam'dan sonra bir ileri adım olmadığını ve sayısız kusuru bulunduğunu da birilerinin belirtmesi gerekiyor.

Osmanlı haremi gibi üzerinde çok konuşulmuş, çok yazılmış, daha çok da hayal kurulmuş olan bir kurumun, içinde sayısız insancıl duygu barındıran, egzotik ve erotik düşlerin bu büyülü mekanının bir Türk sinemacı tarafından ele alınması kendi başına önemli. Özpetek'in önüne çıkarılan sayısız güçlüğe karşın, hikayeyi temelde belli bir görsel zenginlikle anlattığı, bir çok ülkeden sayısız oyuncudan kimi zaman iyi oyunlar aldığı ve gemiyi karaya oturtmadığı da söylenebilir.

Ama bu kadarı doyurucu olmuyor. Cilanın ardında sayısız boşluk sırıtıyor. Öncelikle filmde işlenen insan dramları yeterince belirmiyor. Onca ilginç, 'pitoresk' kişilikten geriye soluk birer görüntü kalıyor. Özpetek, ne İtalyan kökenli cariye Safiye ile padişahın, ne de Safiye ile haremağası Nadir'in son derece özel, demek ki son derece dramatik aşklarını duyuramıyor. Özelikle Abdülhamit karakteri, Haluk Bilginer’i bir oyuncuya karşın sanki hiç yok filmde. Padişah ile Safiye'nin tek bir baş başa sahnesinin olmaması da büyük eksiklik ...

Sinema iki temel öğeye dayanır: zaman ve mekan ... Özpetek ikisine de hakim değil. Hikayeyi, çok uzun yıllar sonra, iyice yaşlanmış Safiye'nin bir tren istasyonunda Doğu'ya gitmek üzere olan bir genç kadına anlatması filme öylesine yedirilememiş ki, seyirciyi serseme çeviriyor. Bu bölüm, sanki sadece farklı kuşakdan iki ünlü oyuncuyu, Lucia Bose ve Valeria lino'yu jeneriğe koymak için kullanılmış gibi. ”Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları”, syf: 84”


FİLMİ İZLE 



 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder