LEOPARIN KUYRUĞU (1998)
Senaryo ve Yönetmen: Turgut Yasalar, Görüntü Yönetmeni: Y. Deniz Güven, Müzik: Cengiz Onural Yapım: Planet Film/ Turgut Yasalar, Ahmet Somuncuoğlu Sanat Yönetmeni: Bülent Çakırer, Kurgu: Nevzat Dişiaçık,
Oyuncular: Yetkin
Dikinciler, Devrim Has, Hakan Pişkin, Tardu Flordun, Ümit Çırak, Lamık Blake,
Murat Karasu, Evren Duyal
Konu: "Leoparın kuyruğunu asla
tutma tutarsan asla bırakma". Filmin jeneriğinde ki bu Afrika atasözü
dikkat çekici ve filmin içeriği hakkında ipucu vericidir. 1970'lerin başıdır.
Beş adam ve gözlerini bağladıkları Amerikalı zenci bir asker arabayla bir yere
gitmektedirler. Larry isimli zenci asker adamlar tarafından rehine alınmıştır.
Larry, adamlardan kendisini vurarak öldürmelerini ister. Adamlardan Vural
"biz katil değiliz" diye yanıtlar zenciyi. Önde oturan ve adamların
lideri olduğu anlaşılan Rıfat, zenciyle muhatap olmamalarını ister. Larry'nin
yanında oturan kişi ise "komite öldürün derse seni öldürürüz" der.
Liderleri dışında hepsi bu laf üzerine gülerler. Larry adamlara onlar için kötü
olacağını, kendisinin bir Amerikan vatandaşı olduğunu söyler. Ateş, ablasının
yanına Zonguldak'a tatile gitme bahanesiyle kömür gemisiyle İtalya'ya nasıl
kaçmak istediğini anlatmaktadır. Arkadaşları Ateş'e Güzel Sanatlar Fakültesi
sınavlarına giriş hikayesini de anlatırlar. Arkada zencinin sağında oturan
Veysel'in laf atması üzerine biraz tartışırlar. Tuvalet ihtiyaçlarını
giderdikten sonra direksiyona Serdar geçmiştir. Marş söyleyerek giderlerken
radyoda yapılan sıkıyönetim anonsu üzerine susarlar. Uruguay'da Tupamaros
(NationalLiberation Movementmaros)'lar bir elçi kaçırdığında polis ev ev arama
yapmıştır. Radyodaki bildiri üzerine adamlardan biri bu örneği verir. Bu arada
patikamsı bir yola saparak arabayı park ederler. Arkadaki kutuları alarak
vadide bir dere kenarındaki kulübeye doğru ilerlerler. Kulübe eskiden kasabanın
elektriğini sağlayan küçük bir trafodur aslında. Ömer yola çıkmadan önce pek
çok şeyi kantinden gasp etmiştir. Bu arada liderleri, Ömer'in kendi parasıyla
aldığı kirazlara tepki gösterir. Serdar sigarayla ilgili şakalar yapan Ateş'e
doğrulttuğu silahı aniden ateşleyerek arkadaşını başından vurur. Serdar olayın
şokundan kurtulunca, delirmiş gibi sağa sola saldırır. Ateş, Serdar'ın ilkokuldan
arkadaşıdır. Dört gün sonra Ateş'in doğum günüdür. Ateş, aynı zamanda Serdar'ın
en yakın arkadaşıdır. Liderleri bir kaza olduğunu ve durumu olduğu gibi kabul
etmeleri gerektiğini söyler ve içlerinden Vural'ın görüşünü sorar. Larry'yi
idam edilecek üç arkadaşlarını kurtamak için kaçırmışlardır. Liderleri Ömer' in
arkadaşlarına haber vermeye gitmesini önerir. Vural sıkışan Larry'yi tuvalete
götürdüğünde Serdar kendisini vurmaya kalkar. Vural durumu anlamak için
kulübeye döndüğünde Larry kaçar. Vural ve liderleri Rıfat, Larry'nin peşine
düşerler. Rıfat, Larry'yi bacağından vurarak yakalar. O sırada bir orman
bekçisi ortaya çıkar ve durumu anlayarak Rıfat ve Vural'a silahını doğrultur.
Rıfat'ı vuran bekçiyi Vural öldürür. Bu arada haber vermeye giden Ömer, askerlerin
bir kontrol noktasında durmadan kaçar. Rıfat'ı kulübeye taşırlar, bekçinin
cesedini ise gizlerler. Serdar korkmaya başladığını ve bulundukları mekandan
gitmek istediğini söyler. Rıfat, Serdar'a kaçıp kurtulmak istediğini söyler.
Askerler ise Ömer'i yakalamış sorguya çekmektedirler. Vural tuvalet ihtiyacı
olan Larry'yi dışarı çıkarır ve onu neden kaçırdıkları, Amerika ve Türkiye
hakkında sohbet eder. Rıfat, Serdar'a yaptıkları eylemin haklı olduğunu ve
ikinci kurtuluş savaşı yaptıklarını anlatmaya başlar. Bu sohbet sanki bir
bakıma günah çıkarma gibidir. Konuşmalarında Mustafa Kemal'in de yaptıklarından
örnekler verir. Bu durumun Che'nin durumuna benzediğini, ” onun da Küba'da
bakanlığı bırakıp savaşmaya başka ülkelere gittiğini söyler. Vural ve Rıfat
kulübeyi ter kederler. Bu arada askerler trafonun yerini öğrenmişlerdir. Vural
ve Rıfat mola verdikleri bir kasabada bekçilerin dikkatini çekerler.
Kaçarlarken Vural vurulur. Bekçilerden kurtulan Serdar, bir mezarlığa gelir.
Yolda giderken yanında bir askeri araç durur. Sokağa çıkma yasağı ilan
edilmiştir. Askerlere annesinin hasta olduğunu söyleyen Serdar'ı askerler
arabaya alarak gideceği yere götürürler. Gelişigüzel bir evin kapısını çalarak
içerdeki kadını silah zoruyla tehdit eden Serdar, arka kapıdan kaçar. Bulduğu
kazma kürekle arkadaşlarını gömmek için trafoya gelir. Kulübede kimse yoktur ve
geçmiş gözleri önünde canlanır. “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç. Dr. Bülent
Vardar, syf: 155”
& 1970'lerin başında geçmesine
ve kahramanlarının 68'li olmasına rağmen "Leoparın Kuyruğu", gerçek
bir hikayeyi ele almıyor. Ancak, filmin senaryo yazarı ve yönetmeninin iddiası
o ki, anlatılanların tamamı yaşandı. "Leoparın Kuyruğu", Turgut
Yasalar'ın ilk uzun metrajlı filmi... Çekimlere İstanbul'da 22 Mayıs 1998 gecesi
filmin başındaki otomobil sahnesiyle başlandı. TEM Stüdyoları'ndan kiralanan
treyler üzerinde yapılan çekim sadece bir gece sürdü ve hemen o sabah ekip
Susurluk'a hareket etti. Filmin ana mekanı olan terk edilmiş jeneratör binası,
çevresindeki ormanlık bölge ile final sahnesindeki sokak çekimleri, Susurluk'ta
yapıldı. İki hafta süren Susurluk'taki çekimlerden sonra İstanbul'a dönüldü.
İki gün aradan sonra jandarma karakolu sahneleri de, Yeni Sinemacıların
bürosundaki bir odada yapıldı
Leoparın Kuyruğu, Türk sineması içinde pek
sorgulanmamış bir dönemi, 12 Mart'ın koşullarını ve daha iyi bir dünya
özlemiyle var olan koşullara direnen 68 kuşağından bir gurup arkadaşın
(yoldaşın) ilişkileri üzerine yoğunlaşıyor. Aslında bu yoğunlaşma, dönemin
sosyal ve toplumsal koşulları üzerine sosyolojik irdelemeler yapmayı denemekten
çok, dönemin en önemli figürleri olan ve genç olmanın etkisiyle de yaşadıkları
ülkede daha iyi, adil bir düzen kurabileceklerine inanan 68 kuşağına mensup bir
gurup gencin bireysel irdelemelerini yapıyor. Bu süreçte de, ele aldığı
irdeleme yöntemiyle aslında büyük davalara soyunan insanların da, belli
zayıflıkları, zaafları olduğu yönünde saptamalar yapıyor. Bu saptamaların,
oluşturulan tipler aracılığıyla yapılan yansıtmaların dönemi algılamamıza ve
doğru değerlendirmemize yaptığı katkı ise tartışmalı görünüyor. Nitekim filmin
döneme ilişkin yansıtmalarına gazeteci Tuğrul Eryılmaz "Yönetmenin ve
ekibinin hem doğrudan sol bir izleyici kitlesini hedefleyip hem de onları.
Filmin kahramanları gibi, eblehler sınıfına sokma pervasızlığı inanılır gibi
değil" derken, Kızıldere Operasyonu'ndan sağ kurtulan tek kişi olan
Ertuğrul Kürkçü ise, "Filmin merkezine yerleşen 'kör şiddet' de nedensiz
ve bir açıklamadan yoksun, çünkü, bu filmin devrimcilerinin bir karşıtı yok.
Karşıtları kendileri yalnızca.... Yasalar, yakın dönem sol tarihini titizlikle
araştırmış olsa, on binlerce, hatta belki de yüz binlerce insanın bunları meşru
görmüş olduklarını, dolayısıyla tartışmanın zıvanadan çıkmış üçbeş meczubun
manasız sözleri ve kendilerini yok eden şiddeti içinde değil, kitlesel ölçekte
ve toplumun bütün alanlarında süregittiğini görmez miydi?" diyerek film
hakkındaki görüşlerini belirtmişler. Diğer yandan filmin yönetmeni Turgut
yasalar ise filme yönelik eleştiriler karşısında "Bir tepki toplayacağını
biliyordum ama, böyle algılanacağını kestiremedim. Karşıdevrimciliğe kadar
varacağını hesaplamadım" demektedir (Tözer, Hürriyet Cumartesi,
09.01.1999:4).
& Başlangıçta bir hedef doğrultusunda yol almaya
başlayan film, süreç içinde kişilerin iç dünyası ve sebep oldukları olaylar
üzerine yoğunlaşarak bir çeşit avcı ilişkisine dönüşüyor. İlk uzun metrajlı
filminde Turgut Yasalar, belirgin bir öykü anlatmanın dışında kişisel
tahlillerden yola çıkarak bir sinematografik anlatım tutturma çabasında
başarılı görünmüyor. Dönemin olayları, genç insanın bu olaylar içinde merkez
konuma getiren koşullar filmde pek anlaşılmıyor. Bu açıdan bakıldığında
günümüzün tüketim koşullarını ana değer haline getirmiş ve filmde ele alınan
dönem hakkında en küçük bir bilgisi dahi bulunmayan gençler için bu sunum katkı
sağlayıcı görünmüyor. Şüphesiz filmin yaratıcısı Turgut Yasalar'ın kendi
anlatmak istediği dünyanın, yukarıda eleştirdiği koşullarla çakışması
gerekmiyor. Diğer yandan ise Yasalar'ın aslında hem dönem irdelemesi hem de
döneme ilişkin kişilerin tahlillerinin yapılabilmesinde en güçlü sanat
formlarından olan sinemanın verdiği şansı ıskaladığı görünüyor Ağırlıkla
diyaloglara yüklenen filmin açılımı, önceleri konunun gereği gibi görünse de,
belli bir süre sonra izlenmesi zor bir durum yaratıyor. Aslında büyük davalara
soyunmuş kişilerin bilinçaltının irdelenmesi, gençliğe ilişkin yaşanmamış
hayallerin dışa vurulması ve belki de çoğunlukla bizim ülkemiz insanına ilişkin
gurup çalışmalarında hemen bir çatlamanın oluşması ve birbirine düşme gibi
durumların ele alınışı açısından, Leoparın Kuyruğu belli bir başarıyı
tutturuyor.
"Sıçradığı kırsal kesimin
labirentlerinde çırpına çırpına tükenen devrimcinin dramını, 12 Mart'ın yönünü
değiştirdiği 1970'lerin Türkiye’si fonuna
erleştiren Leoparın Kuyruğu etkileyici bölümleri ve filmin bütününe
sinmiş içtenliğiyle ilgiyle izleniyor, genelde naif yapısına, başıboş
bırakılmış, yetersiz oyunculuğuna ve ilk filme özgü zaaflarına karşın nesnel
yaklaşımı, gerilimli bir atmosfer sağlayan anlatımı, müzik ve görüntüleriyle
belirgin bir düzeyi tutturan filmde aceleye getirilmiş, başarılamamış sahneler
de var, tirada dönüşen, uzun, kitabi diyaloglar da. Bu arada yanlarına rehine
olarak aldıkları Amerika'lı askerle geldikleri trafoda, Serdar'ın silahıyla
oynarken çocukluk arkadaşı ve en yakın dostu Ateş'i vurarak öldürmesi filmin
içinde yerine oturmuyor, yapay kalıyor. Sanki kazayla işlenen bu cinayet, filmin
ilerliyebilmesi ve olayların çorap söküğü gibi gelişebilmesi için
alternatifleri düşünülmeden yerleştirilmiş duygusu veriyor. Ayrıca gençlerin
içinden tek İngilizce bilen Vural'ın, Larry'yi tuvalete götürmek için dışarı
çıkardığında onunla tutturduğu bir çeşit bilgilendirici sohbet, Amerika'nın
yarattığı yıkımlar üzerine atılan nutuklar, içinde bulunduğu tutsaklık
koşullarını ve yarasını unutarak Vural'la heyecanlı bir tartışmaya giren
Larry'nin konuşmaları, filmde daha inceltilmiş olarak işlenebilirdi duygusunu
uyandırıyor. "Leoparın Kuyruğu, tüm zaafları ve vaatleriyle bir ilk film.
İçten gelen bir sinema sevgisi, hümanist bir bakış açısını yansıtması, doğru
düzgün yazılmış bir senaryoyla yola çıkması ve slogancı olmayan yaklaşımıyla
takdiri hak ediyor" (Taşçıyan, Milliyet, 01.01.1999).
& Yeni,
sinemacılar geliyor. Kendilerine bu adı verdiklerine göre isterseniz büyük
harfle yazalım. Yeni Sinemacılar geliyor. Yıllardır fotoroman çalışmalarından
gazeteciliğine sürekli Yeşilçam sokaklarında rastlayıp durduğumuz ve doğrusu
kendisinden pek bir şeyler de ummadığımız Turgut Yasalar da onlardan biri. Ve
ilk filmi Leoparın Kuyruğu olumlu yanları ağır basan hoş bir sürpriz ...
Üzerinde yeterince konuşulduğu ve artık sağır sultan da duyduğu
için konuyu özetlemeye kalkınıyorum. Ancak 12 Mart'ın en hızlı günlerinde, bir
yanıyla dünyada yaşanan '68 Olayları'nın geç kalmış bir uzantısı, öte yandan
kamplara bölünmüş bir toplum yapısının ve tümüyle tökezlemiş bir siyasal
yaşamın sonucu olarak yaşanan anarşik olaylardan biri anlatılıyor. Hatta belki
birkaç olayın bir tür karması denebilir. Ancak anlatılan ve yönetmenin ustaca
bir manevrayla, "Bu gerçek bir hikaye değildir. Ancak anlatılanların tümü
yaşanmıştır," dediği öykünün en çok Mahir çayan ve arkadaşlarının bir
eylemini yansıttığı da açık... Bu açıdan
bakıldığında günümüzün tüketim koşullarını ana değer haline getirmiş ve filmde
ele alınan dönem hakkında en küçük bir bilgisi dahi bulunmayan gençler için bu
sunum katkı sağlayıcı görünmüyor. Şüphesiz filmin yaratıcısı Turgut Yasalar'ın
kendi anlatmak istediği dünyanın, yukarıda eleştirdiği koşullarla çakışması
gerekmiyor. Diğer yandan ise Yasalar'ın aslında hem dönem irdelemesi hem de
döneme ilişkin kişilerin tahlillerinin yapılabilmesinde en güçlü sanat
formlarından olan sinemanın verdiği şansı ıskaladığı görünüyor Ağırlıkla
diyaloglara yüklenen filmin açılımı, önceleri konunun gereği gibi görünse de,
belli bir süre sonra izlenmesi zor bir durum yaratıyor. Aslında büyük davalara
soyunmuş kişilerin bilinçaltının irdelenmesi, gençliğe ilişkin yaşanmamış
hayaallerin dışa vurulması ve belki de çoğunlukla bizim ülkemiz insanına
ilişkin gurup çalışmalarında hemen bir çatlamanın oluşması ve birbirine düşme
gibi durumların ele alınışı açısından, Leoparın Kuyruğu belli bir başarıyı
tutturuyor.
" Sıçradığı kırsal kesimin
labirentlerinde çırpına çırpına tükenen devrimcinin dramını, 12 Mart'ın yönünü
değiştirdiği 1970'lerin Türkiye’si fonuna erleştiren Leoparın Kuyruğu
etkileyici bölümleri ve filmin bütününe sinmiş içtenliğiyle ilgiyle izleniyor,
genelde naif yapısına, başıboş bırakılmış, yetersiz oyunculuğuna ve ilk filme
özgü zaaflarına karşın nesnel yaklaşımı, gerilimli bir atmosfer sağlayan
anlatımı, müzik ve görüntüleriyle belirgin bir düzeyi tutturan filmde aceleye
getirilmiş, başarılamamış sahneler de var, tirada dönüşen, uzun, kitabi
diyaloglar da. Bu arada yanlarına rehine olarak aldıkları Amerika'lı askerle
geldikleri trafoda, Serdar'ın silahıyla oynarken çocukluk arkadaşı ve en yakın
dostu Ateş'i vurarak öldürmesi filmin içinde yerine oturmuyor, yapay kalıyor.
Sanki kazayla işlenen bu cinayet, filmin ilerliyebilmesi ve olayların çorap
söküğü gibi gelişebilmesi için alternatifleri düşünülmeden yerleştirilmiş
duygusu veriyor. Ayrıca gençlerin içinden tek İngilizce bilen Vural'ın,
Larry'yi tuvalete götürmek için dışarı çıkardığında onunla tutturduğu bir çeşit
bilgilendirici sohbet, Amerika'nın yarattığı yıkımlar üzerine atılan nutuklar,
içinde bulunduğu tutsaklık koşullarını ve yarasını unutarak Vural'la heyecanlı
bir tartışmaya giren Larry'nin konuşmaları, filmde daha inceltilmiş olarak
işlenebilirdi duygusunu uyandırıyor. "Leoparın Kuyruğu, tüm zaafları ve
vaatleriyle bir ilk film. İçten gelen bir sinema sevgisi, hümanist bir bakış
açısını yansıtması, doğru düzgün yazılmış bir senaryoyla yola çıkması ve
slogancı olmayan yaklaşımıyla takdiri hak ediyor" (Taşçıyan, Milliyet,
01.01.1999).
& Yeni,
sinemacılar geliyor. Kendilerine bu adı verdiklerine göre isterseniz büyük
harfle yazalım. Yeni Sinemacılar geliyor. Yıllardır fotoroman çalışmalarından
gazeteciliğine sürekli Yeşilçam sokaklarında rastlayıp durduğumuz ve doğrusu
kendisinden pek bir şeyler de ummadığımız Turgut Yasalar da onlardan biri. Ve
ilk filmi Leoparın Kuyruğu, olumlu yanları ağır basan hoş bir sürpriz ...
Üzerinde yeterince konuşulduğu
ve artık sağır sultan da duyduğu için konuyu özetlemeye kalkınıyorum. Ancak 12
Mart'ın en hızlı günlerinde, bir yanıyla dünyada yaşanan '68 Olayları'nın geç
kalmış bir uzantısı, öte yandan kamplara bölünmüş bir toplum yapısının ve
tümüyle tökezlemiş bir siyasal yaşamın sonucu olarak yaşanan anarşik olaylardan
biri anlatılıyor. Hatta belki birkaç olayın bir tür karması denebilir. Ancak
anlatılan ve yönetmenin ustaca bir manevrayla, "Bu gerçek bir hikaye
değildir. Ancak anlatılanların tümü yaşanmıştır," dediği öykünün en çok
Mahir çayan ve arkadaşlarının bir eylemini yansıtıığı da açık ...
Bu filme elbette iki türlü
(hatta birçok türrlü) yaklaşmak kabil. Eğer fonda belli bir yakın tarih
gerçeğinin belli belirsiz olarak var olduğu, ama düş gücüne de özgür yoruma da
alabildiğine açık bir tür psikolojikaksiyon filmi diye bakarsanız, filmin
yadsınamayacak erdemIeri var. Yasalar, geveze, ama boş olmayan sağlam bir
senaryoyla yola çıkıyor. Yer yer son derece başarılı mizansenler yaratmayı
biliyor: silah tutkunu Serdar'ın arkadaşı Ateş'i kazayla vurduğu sahne ve tüm
sonrası ya da finale doğru kahramanlarımızdan birinin bir kadının evine girdiği
bölüm, evrensel standartlarda çekilmiş.
Peki, eksiklikler ne? Tüm genç yaratıcılarına
sempatiyle baktığımız bu önemli deneyimde, belki oyunculuk çabasının hep aynı
düzeyde olmadığı, yer yer biraz naif, hatta müsamere havasında kalmış
bölümlerin var olduğu söylenebilir belki de... Ama tüm bunları bir ilk film
için belli ölçüde hoşgörüyle karşılamak, hatta oyunculardan en azından iki üçünün
oldukça başarılı olduğunu yadsımak mümkün mü?
Ve bir de, elbette, o temel
sorun... Yani olayları 'bizzat' yaşamışların, eski eylemci solcuların onayını
alma, üstatlardan fetva çıkarma çabası... "Ne dersiniz sevgili
ağabeylerimiz, film gerçeklere uygun mu, olaylar böyle mi olmuştu, Mahir ve
arkadaşları ya da Denizler anlatıldığı gibi miydi?" Daha da önemlisi, o
kafamızdaki efsane (ya da şablon) devrimci tipine uygunluk ya da uygunsuzluğun
araştırılması: 'Devrimciler' böyle mi yapardı, onlar böyle mi yapmıştı, vs.,
vs.
ValIahi
ben, o dönemi bizzat yaşayan, kan ve ateşin içinde yer alan tüm kişilere sonsuz
saygıma karşın, genç sinemacıların illa da böyle onaylar peşinde koşmaları
gerektiğini düşünmüyorum. Onlar kendi filmlerini yapıyor ve bu yakın tarih
kahramanlarına kendi yorumlarını getiriyorlar. "O dönemi yaşayanlar"
yıllar yılı bir şeyler yapmadıklarına ve artık pek de yapamayacaklarına göre,
gençliğin tüm yaratıcı enerjisiyle donanmış, inatçı ve gözü pek sanatçıların
yaptıklarını da sonsuz bir hoşgörüyle karşılamalı ve yollarına ayrıca engeller
çıkarmamalıyız diye düşünüyorum. Kısacası, siz bu leopar hikayesini izleyin.
Sanırım seversınız ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları”
syf 11”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder