Powered By Blogger

12 Aralık 2022 Pazartesi

 

MASUMİYET (1997) 


Senaryo ve Yönetmen:
Zeki Demirkubuz, Görüntü Yönetmeni: Ali Utku, Müzik: Cengiz Onural Yapım: Mavi Filmcilik/Nihal G. Koldaş, Zeki Demirkubuz, (Şafak Film laboratuarında hazırlanmıştır). Yönetmen Yardımcısı: Güliz Sağlam, Kurgu: Mevlut Koçak, 1. Kamera Ast: Barış Işık, 2. Kamera Ast: Ali Sanlı, Makyaj ve Joker: Cüneyt Ballı, Kostüm: Aslı Sungu, Burcu Unurtan, Işık Yönetmeni: Recep Biçer, Işık Teknisyeni: Eray Kantarcı, Mehmet Subatan, Işık Servisi: Can Film, Ulaştırma: Ahdamar Turizm, Set Amiri: Adnan Tezel, Set Teknisyeni: Namık Eken, Ses mühendisi ve mixing: Erkin Hadımoğlu, Teknik Donanım: A Vizyon, Jenerik: Özkan Sevinç, Grafik Düzenleme: Nursen Öztürk (Print A.Ş.), Yapım Sorumlusu: Didem Gündüz, Renk Düzenleme. Türker Vatan, Uğur Orbay, Film Banyo: Ekrem Şen, Arif Şengül, Film baskı: Veli Burç, Uğur Orbay, Negatif Montaj: Tamer Eşkazan, Ses kayıt ve Mix: Metin Çeşmebaşı, Yapım Yardımcıları: Feridun Koç, Aylin Ünsal, Vurmalı Sazlar: Oğuz Çimen, Gitarlar, Vokal: Kadir Şan Tarhan, Gitarlar, kemençe: Cengiz Onural, Toplu çalgılar: Erkin Hadımoğlu, Bas: Raci Pişmişoğlu, Davul Erdinç Şenol, Obua: Yeşim Bastoncu, Vokallere: Bora Ebeoğlu

 Oyuncular: Derya Alabora (Uğur), Haluk Bilginer (Bekir), Güven Kıraç (Yusuf), Melis Tuna (Çilem), Doğan Turan (otelci), Ajlan Aktuğ (enişte), Nihal G. Koldaş (abla), Zeki Demirkubuz, Erdoğan Seren, Rıza Sönmez, Ümit Çırak, İskender Altın (otobüsteki polis), Feridun Koç, Apo Demirkubuz, Yalçın Çakmak (Cezaevi müdürü), Feridun Koç (satıcı), Nazım Gök (eniştenin oğlu), Salih Urfa (oteldeki fedayiler), Erdoğan Seren (pavyondaki adam), Süha Tuna (sorgucu polis), Baskındaki polisler: Apo Demirkubuz, Namık Eken, Eray Kantarcı (oteldeki adam), Rıza Sönmez (kahvedeki adam), Ümit Çırak (Necati), Engin Kurtçuoğlu (zagor baba), Dursun Derebaşı (hastabakıcı)

KONU: Yusuf, açık bir kapının ardında oturmaktadır. Cezaevinden çıkmak üzeredir. Cezaevi müdürü açık kapıyı kapatır. Ancak kapı yine açılır. Yusuf 10 yıllık hapis cezasını tamamlamıştır. Üç gün sonra dışarı çıkacaktır. Müdürlüğe bir mektup yazarak depremde kaybettiği ailesi nedeniyle dışarıda hiç yakını kalmadığını, işi ve mesleği olmadığı için hapiste kalmaya devam etmek istediğini belirtmiştir. Bu isteği olmazsa da tekrar suç işleyip, geri döneceğini söylemektedir. Dışarıdan korkuyordur. Müdür bir denemesini söyler. Jenerik başlar. Yusuf'un dışarı çıktığını görürüz. Otobüstedir. İzmir' e gitmektedir. Polis otobüsü durdurarak bir kadın (Uğur) ve erkeği (Bekir) dışarı çıkartır. Yusuf, otobüsten inince ucuz bir otele gider. İçeriden Türk filmi oynayan TV'nin sesi gelmektedir. Resepsiyonda kimse yoktur. İçeriden bir ses beklemesini söyler. Koltuğa oturur. Karşısındaki koltukta küçük bir kız uyuya kalmıştır. Çocuğun ateşi olduğunu far keder. Resepsiyondaki adama (Mehmet) çocuğun hasta olduğunu söyler. Mehmet Yusuf'a odasını gösterir. Bir süre sonra geri döner çocuğun kötü olduğunu söyler. Yusuf, çocuğu doktora götürür.

Otele döndüklerinde kızın ailesinin daha gelmediğini öğrenir çocuğu yatırrlar. Sabah kızın ailesi hala gelmemiştir. Yusuf, eniştesini arar. Eniştesi onu iyi karşılar. Birlikte eve giderler. Ablası yüzüne hiç bakmaz. Eniştesi oğluna ve eşine çok kötü davranmaktadır. Yusuf'un ablasının aşığını öldürdüğünü öğreniriz. Eniştesi içki içer. Ablasına bağırıp, çağırır ve sonunda da kemeriyle dövmeye başlar. Yusuf yapacak birşeyi olmadığı için evden çıkıp, gider. Otele geri döner.

Yatarken kapısı çalar. İçeri daha önce otobüste gördüğü Bekir girer. Çocukla ilgilendiği için teşekkür eder. Birlikte çorba içmeye giderler. Birbirlerine hikayelerini anlatırlar. Bekir, akşama Uğur ile çalıştıkları pavyona çağırır. Ayrılırlar.

Yusuf, sokakta dolaşırken Uğur' u görür. Onu takip etmeye başlar. Uğur elinde poşetlerle hapishaneye gider. Aynı akşam pavyonda Uğur'u şarkı söylerken görürüz. Şarkı bitince Yusuf ile Bekir'in yanına gelir. Uğur, kızıyla ilgilendiği için Yusuf'a teşekkür eder. Sonra da başka bir masaya gidip, oturur. Bekir'in davranışından bu durumdan hoşnut olmadığını anlarız. Otele döndüklerinde Bekir ve Yusuf TV izlerken içeriye iki adam girer. Uğur' u almaya gelmişlerdir. Bekir, Uğur aşağı indiğinde adamlarla gitmemesini söyler. Kavga ederler. Bekir silah çeker. Uğur, sıkmasını söylese de tabancayı ateşleyemez. Uğur gittikten sonra Bekir şoka girer. Kendinde değildir. Yusuf ile Mehmet, Bekir'i yatırırlar.Yusuf ve Mehmet çoğu zaman yaptıkları gibi Türk filmi izlerler. Küçük kız (Çilem) aşağı indiğinde Mehmet, kızın sağır ve dilsiz olduğunu söyler. Yusuf kızın yanına oturur.

Sabah Yusuf'u uyandıran Bekir, Çilem'i "saklı cennet"e gezmeye götüreceğini söyleyerek onu da davet eder. Uğur geri dönmüştür. Yusuf'a kızına dikkat etmelerini söyler. "Saklı Kent"te Yusuf en yakın arkadaşını ablasıyla kaçtığı için öldürdüğünü anlatır. Ablasını da ağzından vurmuştur. Mermi dilini parçaladığı için konuşamamaktadır. Bekir'e, Uğur'un ziyaret ettiği adamın kim olduğunu sorar. Bekir sevgilisi olduğunu söyler ve hikayesini anlatmaya başlar. Uğur'a olan tutkusundan bahseder. Otele geri dönerler. Sabah Uğur, Yusuf'a birlikte Aydın'a gitmeyi teklif eder. Yusuf kabul eder. Aydın'da bir otele giderler. Geri döndüklerinde Bekir'in onları bulamayınca çılgına döndüğünü öğrenirler. Bekir otele geldiğinde Uğur ile büyük bir kavgaya tutuşurlar. Güçleri tükendiğinde Bekir sızar. Sabah bir silah sesi ile uyanırlar. Bekir intihar etmiştir.

Yusuf, Uğur ile çalışmaya başlamıştır. Pavyona giderken Uğur'a eşlik etmektedir. Yusuf'un tavırları değişmiştir. Eniştesinin onu aradığını öğrenince ablasına gider. Ablası ile iletişim kurmaya çalışır ancak başaramaz. Pavyonda polis baskını olunca Uğur ve Yusuf'ta karakola götürülüp sorgulanırlar. Yusuf, Uğur'a karışmaya başlamıştır. Birlikte gitmeyi teklif eder. Polisin onları rahat bırakmayacağını söyler. Yusuf ise ona aşık olduğunu belirtir. Uğur kızar bağırır. Yusuf'ta ağlamaya başlar. Sabah Yusuf gider. Ancak geri döner. Uğur'u bırakıp gidememiştir. Uğur dışarıdayken polis gelir. Yusuf'u yakalarlar. Sorguda Uğur'un nerede olduğunu sorarlar. Otele geri döndüğünde Mehmet, Uğur'un bıraktığı haberi söyler. Sevgilisi hapisten kaçmıştır. Çilem ile bir süre bekledikten sonra Aydın' daki otele gelmelerini söylemiştir. Yusuf ablasına gider yeniden, dizlerine kapanarak ağlar. Ayrılacağını söyler. Çilem ile Aydın' a gidip, otele yerleşirler. Bir süre sonra telefon alır. Ankara'ya verilen adrese gittiklerinde burasının bir disco olduğunu görürler.

Disco'nun kapısı mühürlenmiştir. Kapının önünde beklemeye başlarlar. Biraz sonra bir adam gelir. Adama Uğur'u sorar. Uğur'un sevgilisinin bir gece önce orada cinayet işlediğini öğrenir. Yapacak bir şey olmadığı için İstanbul' a doğru yola çıkarlar. Molada yemek yerlerken Çilem gözünü TV'den ayırmamaktadır. Haberler yayınlanmaktadır ve bir cinayet haberi verilirken Uğur'un da fotoğrafı verilir. Ancak Yusuf bu görüntüyü kaçırır ve görmez. İstanbul' a geldiklerinde hapisten arkadaşı olan Orhan'ın babasının kahvesine gider. Ancak kahve devredilmiştir. Sonunda adamın kaldığı yeri bulur. Eve girdiğinde arkadaşının cenazesini görür . Üstü örtülüp, yere yatırılmıştır. “Nigar Posteki, Yönetmen Sineması” sayf, 67 ”

ÖDÜL:

 11. Adana Altın Koza Film Festivali’nde,
     ► Derya Alabora, “en iyi kadın Oyuncu 
     ► Haluk Bilginer, “en iyi erkek oyuncu”

► Zeki Demirkubuz “en iyi yönetmen”

►Masumiyet “ en iyi film”

10. Angers Film Festivali

► Haluk Bilginer “ en iyi erkek oyuncu”

► Zeki Demirkubuz, “Büyük Ödül”

10. Ankara Film Festivali’nde

► Haluk Bilginer, “en iyi erkek oyuncu

► Zeki Demirkubuz “Seçiciler kurulu özel ödülü”

► Derya Alabora, “en iyi kadın oyuncu”

► Ali Utku, “en iyi görüntü yönetmeni”

34. Antalya Altın Portakal Film Festivali

► Zeki Demirjubuz “Dr. Avni Tolunay Özel Ödülü,

► Haluk Bilginer “en iyi erkek oyuncu “

► Derya Alabora “en iyi kadın oyuncu”

►Ali Utku “en iyi görüntü yönetmeni”

17. İstanbul Film Festivali

►Masumiyet “En iyi film”

Magazin Gazetecileri Derneği seçiminde,

► Zeki Demirkubuz, “en iyi yönetmen,

►Masumiyet “ en iyi film”

20. Siyad (Sinema Yazarları Derneği) Türk Sineması Ödülleri

► Masumiyet “ en iyi film”

► Zeki Demirkubuz, “en iyi senaryo”
    ►Zeki Demirkubuz “en iyi yönetmen”
    ► Haluk Bilginer “ en iyi erkek oyuncu

& Masumiyet; Hiçbir günahı, suçu bulunmama durumu. Temizlik, saflık. Değerler borsasında yükselenler sınıfına giremez masumiyet. Kimse ona yatırım yapmaz. Uyanık, fırsatçı, bitirim olmak varken kim masum, temiz, saf kalmak ister? Yaşamını ve kişiliğini `tasarlama' seçeneğinden yoksun olup gerçekliği hissettiği gibi yaşayan, başına gelen her şeyi yazgı olarak kabullenenler..

."Masumiyet" bir üçüncü sayfa haberinin oluşum öyküsü. Ayak takımının, bıçkın heriflerin, yollu karıların, düşkünlerin, keşlerin, belinde tabanca taşıyıp düşünmeden adam harcayanların, içip içip çevresindekilere bıçak çekenlerin, asla yolumuzun düşmediği arka sokak sakinlerinin yaşamöyküleri. Otel odaları, tek göz evler, pavyonlar, karakollar, mahkeme kapıları, cezaevleri arasında geçen yaşamları çokluk hastaneden bile geçmeden kimsesizler mezarlığında son bulanların acı çekmekle eşanlamlı aşkları.

Sevdiği adamı hangi cezaevine nakledilse izleyen, çocuğunun karnını doyurmak için pavyonlarda şarkı söyleyip fahişelik yapmaktan başka seçeneği olmayan Uğur, namussuz; iyi eğitim görüp, güzel giysiler giyip, zengin ve statüsü yüksek bir koca bulana kadar rahat bir işte çalışan, sonra da gündüzleri alış veriş merkezlerini gece barları dolaşan küçük kaçamakçı, namus timsali! Uğur'un uğruna hacı babasından kalan düzeni bozup yollara düşen. Uğur'un kendisinden başka her erkekle birlikte olmasına, hapisteki adamden vazgeçmemesine ancak kalın sigaralar sararak katlanabilen Bekir, pezevenk; yasalardaki her boşluğu kullanan, tatlı kar etmenin inceliklerini bilen, parmak kadar çıraklarının iliğini sömüren piyasa kurdu, işadamı!

Televizyon dizilerindeki zevzekçe sunumundan, Pazar yazılarındaki iç bayıltıcı şairane biçemden, aslında yok ukalalığından, birkaç ayda bir sevgili değiştirme maymun iştahlılığından çok uzakta insanın boğazına düğümlenen, olağan aşkların olağanüstü bir duyarlılıkla anlatıldığı bir film "Masumiyet". On yıl sonra hapisten çıkan, doğduğu kent depremle yerle bir olmuş, namusunu temizlemek için vurduğu ablasına karşı ezik Yusuf, labirente koyulmuş fare gibi içgüdülerini kullanarak umutsuzca yönünü bulmaya çalışırken bu acımasız deneyin sorumluluğunu duyabilirsiniz.

İçerdiği duyguyu izleyiciye birebir verebilen, inandıran ve sevdiren özel filmlerden "Masumiyet". Teknik kusurlarına rağmen! Ama öyle içten bir biçemi var ki rahatlıkla görmezlikten gelebilirsiniz montaj ve görüntüdeki aksaklıkları. Alt tarafı biraz para eksik kalmış deyip geçebilirsiniz. Mekan ve kostümlerin bu kadar isabetli seçildiği, bu kadar gerçeğe uygun olduğu, kişiliklerin bu kadar doğal ve inandırıcı geldiği, oyunculuğun soluğunuzu kestiği kaç bizden film izlediniz bugüne dek? Başta Haluk Bilginer, Derya Alabora, Doğan Turan ve Ajlan Aktuğ olmak üzere oyuncular üzerine söz söylemek abes olur: Mutlaka izlemelisiniz.

Masumiyet", aynı zamanda, en üst düzeyde gerçekçi bir tavırla sinemasal gerçekliği tanımlıyor. Televizyon aracılığıyla özel yaşamımızın içine giren, hatta yerine geçen filmlerin gerçeklikle nerede, ne kadar ve nasıl örtüştüğünün ipuçlarını veriyor bu film. İnsanların filmlere verdikleri tepkiyi düşünmemizi, kendi deneyimimiz içinde başkalarının deneyimlerini de algılamamızı sağlıyor. Bir leitmotiv gibi, otel lobilerinde sürekli televizyon izleyenlerden biri, yönetmenin ta kendisi, izlediği de ilk filmi "C Blok"! Ne kadar da gerçeğe uygun olsa izlediğimiz bir film. İkinci sayfalardaki yaldızlı dedikodular yine kulağınıza küpe olsun, ama bir üçüncü sayfa öyküsüne de yüreğinizi açın. (Alin Taşcıyan” Milliyet Gazetesi 24.10.1997)

 &  Zeki Demirkubuz, ilk filmi C Blok'ta büyük kentte (İstanbul'da) lüks blok apartmanlardan birinde geçen bir öykü anlatmıştı. Kendi yazdığı hikayeleri ile onların geçtiği mekanlar arasında fark edilmemesi olanaksız bir uyum sağlayan yönetmen, ikinci fılmi Masumiyet'i Anadolu kasabalarına adamış. Büyük kentte de geçse, kasaba esprisini ve ruhunu taşıyan bir şey var bu fılmde ...

 Örneğin temiz, bakımlı, ama hepsi birbirine benzeyen ana arterlerin biraz çevresine taşınca ortaya çıkan o kaçınılmaz köylülük... Duvarlarında Yılmaz Güney, Orhan Gencebay veya İbrahim Tatlıses posterleri sırıtıp duran sefil ve bakımsız oteller... Sabahları kahvaltı niyetine içine ekmek doğranmış yağlı çorbaların içildiği "kebap ve kadayıf evleri" ... Bir insan mahşerinin kaynadığı ve insanları başka bir kente mi, yoksa başı bozuk bir trafik sonucu ölüme mi yolladığı pek belli olmayan otogarlar. ..

Tıraşı uzamış, yakalarının kiri perdeden bile yansıyan kirlipaslı, sorunlu ve maço erkekler, ezik kadınlar, Kendi başına bırakılmış ve daha o yaştan paranoyak olmuş gibi duran çocuklar. .. Otellerinde gelip gidenin hep eski Türk filmlerini izleyerek vakit geçirdiği, ekrandan gelen büyünün insanları oyalamanın da ötesinde aptallaştırdığı bir iç sıkıntısı. ..

Filme adını veren "masumiyet", eniştesinin bir arkadaşıyla kaçan ablasını kıstırıp adamı öldüren ve ablayı da yaralayan, bu nedenle de 10 yıl içerde yattıktan sonra çıkan Yusufun masumiyeti ... Yaşamı hiç tanımayan, sert hapishane koşullarında bile içindeki çocuk yanı korumuş Yusuf, ablasının evinde hüküm süren dramdan sıkılıp kapağı ucuz bir otele atıyor. Orada tanıştığı "pavyon şarkıcısı" Uğur ve onun koruyucusu, aslında pezevengi ve tutkunu Bekir, genç adamı yeni bir yola doğru sürükleyecektir.

Masumiyet, 'şu kahrolası yaşama' haşin ve ödünsüz bir göz atan, sanki yürekten gelen bir çığlık gibi yükselen, içten ve dokunaklı bir film. Bir röportaj yalınlığıyla yaklaşıyor kahramanlarına, hoşa gitmek için hiçbir ödün vermiyor, çok uzun monologlardan, kederli renklerden, iç burucu çerçevelemelerden, rahatsız edici olmaktan kaçınmıyor. Ve sonuçta bu tavrının bedelini de gerçekten içtenlikle çekilmiş, bunun yanında seyri kolay olmayan bir filme ulaşarak ödüyor.

Demirkubuz'un anlatımında yer yer tutuk bir tavır var. Örneğin o pavyon sahneleri hiç yaşamıyor, Yusuf’un Uğur'u sokakta takip sahnesinin birden pavyonda şarkı bölümüyle sürmesi tam bir kopukluk yaratıyor, TV tutkunluğunu veren sahneler bir zamanların Şerif Gören filmleri kadar sık ve iç bayıltıcı biçimde kullanılıyor, sesli çekimin getirdiği doğallık, konuşmalardan önemli bölümünün anlaşılmaz olmasıyla ödeniyor. Vs., vs.

Yani çok neşeli ve keyifli bir seyir değil bu ... Ama yine de insanı tokat gibi çarpan içtenliği ve katıksız gerçekçiliğiyle, film, uzun zaman belleklerde kalacak gibi gözüküyor. Beni gerçekten etkileyen başlıca sahne, Yusuf’un Uğur'a aşkını söylediği ve kadından tokat gibi bir yanıt aldığı bölüm oldu. Bu sahneyi sanırım hiç unutmayacağım.

Ama bu filmin en önemli yanı, oyun düzeyi. Derya Alabora ve Haluk Bilginer gerçekten iyiler. Ama filmin asıl sürprizi, hemen tüm filmi sırtında taşıyan ve sanki damgasını vuran Güven Kıraç'ın oyunu oldu. Kıraç, son derece yalın, ama etkili oyunuyla muazzam bir çağdaş oyuncu olarak yükseliyor. Ve filmin bana yer yer Barton Fink'i anımsatmasında, sanırım ki onun John Turturro'nun oyununu düşündüren varlığı en önemli etken oluyor. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 114”

4 Sinemanın kendi dili vardır. Çoğunluk yanlış bir oyuncu kadrosuyla, üstelik belirgin bir konusu olmadan akıp giden gerçek hayatınıza benzemez. Ama sinema hayatınızı değiştirebilir. İyi bir film, size bir görme biçimi, yepyeni bir dil, en has edebiyat yapıtının verebileceği coşkuyu verebilir. Söz gelimi ben yakınlarda iki kere üst üste seyretme ihtiyacı duyduğum bir filmle birlikte yaşıyorum nicedir. Zeki Demirkubuz’un Masumiyet’i beni sinema, oyunculuk, dünya, masumiyet, çocukluk, yoksulluk, merhamet, vicdan, dil, dilsizlik, velhasıl kişisel arayışım üstüne kurmuş olduğum, hayata dair birçok şey üstüne kışkırttı. Çok sevdiğim bir şiiri, bir şarkıyı taşıdığım gibi taşıyacağım bu filmi de yıllar boyu çıkınımda. Tarkovski’nin “İz Sürücü”sünün sonundaki kız çocuğunun gözleri, Mahler’in “Ölü Çocuklar İçin Şarkılarından biri, Vermer’in Işığı, Blake’in bir vizyonu, Ece Ayhan’ın mor bir dizesinin yanında duracak…

Masumiyet, Türk sinemasında bir örneğini daha göremeyeceğimiz bir kapı açıyor. Erksan’ın fazlasıyla kişisel “takıntı sinemasının yanında anılabilir olmasının nedeni de bu. Zeki bize ısrarla kendi dilini okutuyor. Anlattığı öyküden öte, bize o öyküyü kendi diline nasıl tercüme ettiğinin öyküsünü sunuyor. Bütün büyük sinemacılar gibi, Hollywood sinemasının iyice dayattığı dilin sentaksına hiç yüz vermeden yazıyor kendi dilini. Ticari sinemanın yılların deneyimi sonucu saptamış olduğu drama kuralları, onun kaygı alanına girmiyor. Dolayısıyla onun filmini izlerken bir özgürleşme sürecine de tanık oluyorsunuz. Karanlıkta yapayalnız karşısında kalakaldığımız bu anlatı, kendinden başka hiçbir şeye benzemiyor.

Zeki, unutulmaz sinema anlarını yakalarken, inadının, huysuzluğunun ve yaptığı işe olan takıntılı aşkının karşılığını alıyor. Sevdası uğruna ölüme giden yolda gözünü kırpmadan sürüklenen Uğur gibi kendi sinemasını, kendi kişisel takıntılarını odak alıp, ticari bir iflası asla umursamadan bakıyor gözlerimizin içine. Bu yüzden, kamerasının açısını değiştirmeden, Türk sinema tarihine geçeceği kesin olan o, Bekir’in hayatını anlattığı on dakikalık sahneyi ürkmeden çekebiliyor. (Yıldırım Türker, Radikal Gazetesi, 9.11.1997)

4 Masumiyet'teki olaylar eski Yeşilçam filmlerindekinden farklı değil: "namus uğruna elini kana bulayanlar, evlenmek istediği kadına bağrına taş basıp pezevenklik edenler, sağır ve dilsiz küçük kızlar, hiç olmayacak tesadüfler, aşk uğruna canına kıyanlar... Yani' Arabesk' filminde parodisi yapılıp yerden yere çalan nice Türk filmi teması aynıyle vaki. Zeki Demirkubuz bize tüm bu temaların duygu sömürüsüne kaçmadan, zerre kadar abartılı olduğu duygusunu bırakmadan, gerçekçi biçimde sunulabileceğini kanıtlamaya soyunuyor ve başarıyor. Sorun konu değil, üslup' diyor adeta. Yönetmen, Yeşilçam geleneğinden 'popüleri şırıngayla çekip almış. Yaptığı operasyonda da hangi kangren olmuş organların kesilip alındığı bize bir bir anlatılmış sanki ... Demirkubuz'un Türk sinemasıyla hesaplaşması sadece eski Yeşilçam ile de sınırlı kalmamış. Nitekim filmin sonlarında televizyon ekranına bu kez Demirkubuz'un kendi filmi 'C Blok' yansıyor ve filmi izleyenler arasında Demirkubuz'un kendisi de yer alıyor Ama belki de filmin en ilginç yanı 'Eşkiya' ile benzerlikleri: Uzun süre hapiste yatmış bir adam sonunda kendini yabancı hissettiği 'dışarı' ya çıkar. Bir otele yerleşir. Otelde tanıştığı bir kabadayı ile dost olur... Kahramanımız ayrıca oteldeki :küçük bir çocukla da arkadaşlık eder. Otelde bir intihar yaşanır. Filmin bir de dilsiz kadın kahramanı vardır. Bu kadarıyla 'Eşkıya' ile 'Masumiyet' birebir örtüşüyor. Ancak 'Eşkiya' fantastik bir filmken, 'Masumiyet' alabildiğine gerçekçi" ... (Erdem, Gazete Pazar, 26.10.1997) “Prof. Dr.Alim Şerif Onaran/Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Türk Sineması” syf, 113”

& "Zeki Demirkubuz ve Nihai G. Koldaş'tan bağımsız bir yapım" ibaresi ile başlayan film, hikayesi ile Türk Sinemasında farklı bir yerde bulunmaktadır. Pavyon §arkıcısı olan ve para karşılığı erkeklerle birlikte olan Uğur'un çaresiz aşkı ve ona olan aşkları nedeniyle hayatları kararan erkeklerin hikayesini anlatırken; sıradan hayatların arkasındaki dramlara da ışık tutmaktadır. Aşkın acıtıcı halini ele alan film melodramın ağlatıcı kalıpları ile çizilen öyküsünde masumiyetin yok oluşunu anlatmaktadır. Ancak yönetmen öyküyü kendi hikaye anlatım tarzına göre kurgulamıştır. Bu nedenle ağlatmaktan ziyade ortaya koymayı amaçlayan, rahatsız eden bir dili vardır. Karakterler arasındaki ilişkinin ve şiddeetin dolaysız verilişi Türk Sinemasının yeni dönem yönetmenlerinin tercih ettikleri bir yoldur. Türk Sinemasının her daim masum kalan hayat kadınının tersine Uğur, ağzı bozukluğu, sevgilisi için fahişelik yaparken; kızını pek düşünmemesi ile farklı bir kadın karakter çizmektedir. C Blok'un Tülay'ı soğukluğu ve Avrupai uzaklığı, Uğur ise aksine aşırı sinirli, tutkulu sıcaklığı ile Zeki Demirkubuz'un farklı kadın karakterlerinin habercileridir.

Masumiyet, Zeki Demirkubuz filmlerinde bir türlü kapanmayan sürekli açılan büyük devlet dairesi kapılarından birinin arkasında başlamaktadır. Dışarıda tutunacak kimsesi olmadığı için hapiste kalmaya devam etmek isteyen, dışarııdaki hayattan korkan Yusuf, tüm çaresizliği ile karşımızdadır. 10 yıl önce ablasının aşığı olan arkadaşını öldüren, ablasını kurşunları ile dilsiz bırakan kahraman, kaderinin getireceklerinden korkmaktadır. Tanımadığı, bilmediği İzmir'e gittiğinde kaldığı bir otel yeni hayatına yön verirken; dışarı çıkmaktaki korkusunun boşuna olmadğının da tanıklığını yapmaya başlarız. Burada pavyon şarkıcısı Uğur, sağır dilsiz kızı Çilem, onlarla birlikte olan ve Uğur'a aşık olan Bekir ve sürekli Türk filmi izleyen otelin sahibi Mehmet ile tanışacaktır. Türk filmlerinin o masum hayal dünyası film boyunca ekrandan gerçek hayata nazire yaparcasına görünmektedir. Oysa gerçek hayatta melodramlar daha farklı yaşanmaktadır. Filmin tam ortasında intihar eden Bekir, Uğur'un peşinden şehir şehir gezdiği Zagor'a olan aşkını ve erkeklerle sürekli birlikte oluşunu içine sindiremez noktaya gelmiştir. Yusuf ve Çilem ile gittikleri piknikte tek planda öyküsünü anlattığı sahne yönıetmenin birçok karakterinin geçmişlerini anlattıkları sinema dilinin başlangıcıdır. Bekir, Yusuf'a acıklı hikayesini anlatmaya başlar. Sıradan olmayan garip bir aşk üçgenini anlatır. Tutkuya dönüşüp, saplantı haline gelen bir aşktır bu. Uğur'a nasıl aşık olduğunu, uğruna dükkanını ve taksisini kaybedişini, sevgilisi Zagor'u, onun için nasıl şehir şehir dolaştığını, kendisinin de peşlerinden nasıl gittiğini anlatır. Haluk Bilginer'in oyunculuğu ve diyaloğun doğallığı ile kendisini izleten bir sahnedir.

Bekir, kadın satıcısı bir insan görüntüsünün ardında aşkından mecnun olmuş birisidir aslında. Uğur, kötü kadın olarak görünse de yine aşk yüzünden yollara düşmüştür. Yusuf katildir ama hayattan korkmaktadır. Bu üç talihsiz ve mutsuz insan biraraya gelirler. Film, kötülüğün ve masumiyetin ne olduğunun sorgusunu yapmaktadır. Ablasının aşığı ile kaçışlnı hazmedemeyip cinayet işleyen Yusuf, dayanamayacağı noktaya gelse de zamanla aşık olduğu Uğur'un erkeklerle birlikte olması karşısında bir şey yapamamaktadır. Kötülüğün nerede başlayıp, nerede bittiği belli değildir. Uğur, erkekleri çukura sürükleyen bir kadın gibi görünse de aşk yüzünden sevmediği bir hayat yaşamak zorunda kalmıştır: Köksüz, yersiz, yurtsuz ve mekansız bir hayat. Filmde tek masum olan ve olaylardan birinci derecede etkilenen kişi Çilem'dir. Küçük dünyasını televizyon doldurmuştur. Annesinin ölümünü de Çilem televizyon izlerken öğreniriz. Sessiz dünyasına ortak olduğumuz bu sahnede uzakta haberler yayınlanırken sadece görüntülerini gördüğümüz; iki dakika verilen bir cinayet haberi olmuştur Uğur'un hayatı.

Bekir ve Uğur'dan miras olarak kendisine Çilem kalan Yusuf, İstanbul'a giderek arkadaşının babasının yanında çalışma ümidini taşır. Ancak arkadaşının ölüsünün üzerine gitmiştir. Tekrar çabalayacağı, mücadele edeceği hayat karşısına çıkmıştır. Ancak film "Hep denedin. Hep yenildin. Olsun. Gene dene. Gene yeni!. Daha iyi yeni!." sözüyle biter. Yusuf'un önünde belki gene yenileceği ama mücadele edeceği bir hayatı bulunmaktadır.

Film, öyküsünü abartmadan, gerçek dünyanın içinden anlatmaktadır. Karakterler sıradan insanlardır. Olağanüstü bir özellikleri yoktur. İyilik ve kötülük hayatlarında birleşmiştir. Mekanlar, olaylar gerçek gibidir. Hayatta yenilen ancak yine çabalayan insanlardır. Dramatik anlatıda Türk filmlerinin aksine abartı yoktur. Melodram bir hayatı, melodram kalıplarını kullanmadan anlatmıştır. Başarılı oyunculuğu ile dikkati çekerken, yönetmen müziği bir anlatım aracı olarak filmde kullanmıştır. “Nigar Pösteki, Yönetmen Sineması, syf 69”

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder